24 Aralık 2010 Cuma

cep telefonu!

90 ların ortalarında ya da sonuna doğru doğmuşsanız eğer ateri salonuna, toplu saklambaç oynamaya, mahalle maçlarına arkadaşınızı ev telefonundan arayarak çağırmışsınızdır genelde. Şimdi çok eril yazıyorsun diye eleştirenler olacak, bu yüzden ekliyorum hemen evcilik oynamaya da ev telefonuyla arayıp kız arkadaşlarına ulaşanlar olmuştur. =))
Çoğu zaman ulaşılmıştır. Ya ulaşılmadığı zaman?!
Şöyle bir şey duymamışsızdır hiç bir zaman o tarihlerde;
- Olum evde bulamadıysan cebinden arasana..!
İnsanlar ne zaman her istediklerine, istediği zaman ulaşma imkanına sahip oldular. Bu hakkı onlara kim verdi! Hiç bir şeyin eksikliğini, doya doya hissedemeyecek miyiz?. Mesela evcilik oynarken tek başına olmanın hüznünü yaşayıp, arkadaşının varlığının önemini kavrayamayacakmı bu çocuklar. Ya da karşı mahalle aniden toplanıp geldiğinde, mahallenin en iyi oyuncusuna ulaşamayıp, yenilginin korku ve stresini. Her an her istediğine ulaşabilme duygusu nelerin kaybolmasına neden oluyor farkında mısınız?
Peki ya şimdi. Cep telefonunun rehberinde kayıtlı olan herkese her an ulaşabilme özgürlüğü, nelerin önüne geçiyor! Kimlerin özgürlüklerini kısıtlıyor. Ya da hiç özlemediniz mi çok sevdiğiniz birinin sesini duyamama endişesini?!  Çok özlediğim birine haftalarca aylarca ulaşamayıp, otobüse atlayıp aniden evine gidip, telefon numarasının değiştiğini öğrenmeyi özledim ben. O küçük bahaneleri özledim. O insana, günlerdir arıyorum evini fakat sürekli meşgul çalıyor demeyi özledim. Her istediğime istediğim zaman ulaşabiliyor olmam rahatsız ediyor beni. Ve kimsenin bundan rahatsız olmadığını görmekten şikayetçiyim. Cep telefonu kullanmayın demek saçma belki ama mümkün olduğunca ulaşamayacağınız yerde bulundurun.

22 Aralık 2010 Çarşamba

- 9 -

polis, kampüse atılan çürük yumurtadır. türban en keskin bıçaktır. haklarından haberdar olmayan öğrenci ahmaktır. haklarını doğru savunamayan öğrenci ahmaktan beterdir. kapitalizme sadece 90 kişinin karşı olduğu bir kampüs anlamsız. kış aylarında sevgililerin sayısının artmasının sebebi ise yazın sıcakta sevişmenin zevksiz olduğudur.

15 Aralık 2010 Çarşamba

üşümek

yatağımın boyu iki metre eni de, nereden baksan bir buçuk metre vardı. Ama tek başıma titretebiliyordum yatağımı! Gıcırtılar tempoluydu üstelik. Ucuz pansiyonlarda kaldığım sıralarda, yan odadaki düzüşme seslerini anımsadım birden. Ama soğuğu o kadar çok içimde hissediyordum ki, dondurulmuş demir çubuğun kaburgalarıma dokunuşunu çıkaramıyordum aklımdan. Tam anlamıyla kapana kısılmıştım. Kalın giysiler, bereler, kalın pijamalar ve diz üstü bilgisayarın fanı. Hiç biri bu üşümeyi kesmemişti.
Hastaydım uzun zamandır ve tek kurtuluş yolu bir doktordu!

12 Aralık 2010 Pazar

taviz ahbaplığı

Tensel ilişkilerden bahsetmeyeceğim. Sadece sıradan arkadaşlıklar. Kadın veya erkek fark etmez. İki insanın arkadaşlığı. Birbirini gördüklerinde sarılan yada yanaklarına iki küçük öpücük konduran insanlar. Sadece tokalaşanlar mesela. Samimi değildir. Yüzeyseldir bu durum. Karşıdan geliyordur arkadaşın ve artık kaçacak hiç bir yerin yoktur. Elini sıkarsın ve sonra devam edersin yoluna. Birde karşıdan gelmesini istediğin arkadaşların vardır. Gözün görebileceği en uzak mesafede bile, geldiğini görünce yüzünde bir aptal gülümseme oluşan arkadaşların. Ve tabi ki taviz ahbaplığı. Rahatsız olduğun şeylere sesini çıkarmazsın bir süre. Devam eder ahbaplık. Sorunsuz ve serinkanlı. Hiç bir sorun yokmuş gibi durur ama bir taraf rahatsızdır. Sadece arkadaşını kırmamak yada iyi özelliklerini kaybetmemek için sesini çıkarmaz. Ne tartışma vardır ne kavga. Devamlı gülersin eğlenirsin. Ahbaplığın en büyük sorunu da işte budur. Hiç bir sorun olmaması. Bir tarafın kişiliğinden ödün verip karşı tarafa taviz vermesi. Her şey yolundaymış gibi davranması. Uzun süreli bir arkadaşlıkta gerçekten her şey yolunda ve hiç bir sorun yoksa, orada büyük bir sorun vardır. Tanıdığını sandığı arkadaşı aslında verdiği tavizlerle değişmiştir. 
Kavga edin demiyorum ama tartışın. Rahatsız olduğunuz şeyleri söyleyin birbirinize. Ne zaman sorunların üstünü örtmeye ya da halı altına süpürmeye başlarsanız o zaman arkadaşınızdan ümidi kesmişsiniz demektir. Sadece görsel ve samimi olmayan bir arkadaşlık yaşarsınız. Sevişmiyorsanız eğer ki bu düşük bir ihtimaldir, iki karşı cinsin arkadaşlığı da böyledir. Farklı beklentiler içinde olan arkadaşlıklardır çoğu zaman. Eğer güzel bir kadın ya da ideal bir adamsa arkadaşlık etiğin, ince bir çizgidedir seviye. Durumun tensel bir ilişkiye kayması kimsenin elinde değildir. İçkili bir gece ya da baş başa geçirilen bir gün sonrası değişebilir her şey. Değişmelidir belkide. Bu günlerde zaten herkes kendinden bir şekilde taviz veriyor. Zorunda bırakılıyor belkide. 

29 Kasım 2010 Pazartesi

-8-

Kadın odama girip şöyle dedi. ‘’Sende sevdiğim ilk şey, odanda televizyon olmaması. Eski sevgilim her Allahın günü televizyon seyrederdi. Sevişme zamanımızı televizyon programına göre ayarlamak zorundaydık. Evinle ilgili diğer sevdiğim şeyse, son derece dağınık olması. Yerlerde bira şişeleri, çöpler, birikmiş bulaşıklar, pis bir tuvalet, paslanmış tıraş bıçaklarının atıldığı  bir banyo.’’
Evi tertipli düzenli bir adam gördüğüm zaman onda yanlış bir şeyler olduğundan kuşkulanırım. Aşırı derecede temizse bil ki cicidir, homodur büyük ihtimalle.
 Harika biriydi O. Çok güzeldi ve sadece bir adam sahipti ona, yüksek lisans öğrencisi. Daha önce bir çok sefer, sadece tek bir adamın sahip olduğu kadınlara ortak olmuştum ama bu sefer ki hiç de adil değildi. Eğitim görmüş yeteneksiz, sıradan insanlar eşitsizlikleri dengeliyordu. Demek istediğim, bu devirde kendi kendini eğitmiş yetenekli insanların dışındakiler, toplumun ön gördüğü, sistemin içindeki eğitime maruz kaldıklarında ne düşündükleri ne hissettikleri yada hissedemedikleri önemsenmeden birinci sıraya konurlardı. Eğitim yeni tanrıydı bu zamanda ve eğitilmiş adam yeni jenerasyonun efendisiydi. En güzel kadınlarla daha çok eğitilmiş adamlar düzüşürdü. Bunu önemsemiyordum, çünkü 24 yaşımdaydım ve yeterince güzel kadınla birlikte olmuştum. Ama hem cinslerim hakkında böyle düşünmüyordum. Çünkü çoğu, güzel kalçalı kadınların tanrı olduğunu sanıyordu. Ve aynı tasavvuf edebiyatında olduğu gibi tanrıya ulaşmak için her şeyi yapıyorlardı. Bu sorunu çözmeleri gerekiyordu kendi içlerinde.
Sabah uyandığımda şehvet dolu olurdum.  Eğer akşamdan kalmaysam tek çare sıcak bir kahve ya da güzel bir kadındı. Aralarında pek fark yoktu ama sert bir kahve ilk tercihim olurdu.
Sürekli kavga ederdik onunla. Bir kadınla bir kere kavga etmeye başladıysan eğer, her şey bitmiştir. Eğer devam ediyorsan bir şekilde, kendine zarar veriyorsundur. Flörtçü bir tipti ve bu beni rahatsız ediyordu. Ne zaman dışarıda yemek yesek, içerdeki adamlardan birini kesiyor olduğuna emindim. Sonraları rahatsız olmaktan vazgeçtim ve elimden geldiğince çok kadınla aldattım onu. Hatta bir gün genç gözleri fıldır-fıldır bakan sarışın uzun boylu bir kadınla evime doğu yürürken yakalanmıştım. Yine bağırıp çağırdı bana. Gereksiz sorgulamalar. Sarışın kadın gitti ve beni eve sokup bir tane sağlam yapıştırdı kulağıma. Koltuğa oturmuştum ve arkasından küfür ettim; tam bir fahişe bu diye düşündüm o an, iki kadınım vardı biraz önce ve şimdi hiç biri yok, çekilmez!

26 Kasım 2010 Cuma

Ortalamanın Üstü

kamera?! üç, iki, bir! saçma sapan müzik başlasın. Kayıt..!
İnsanlar birilerinin onları gözetlediğini düşünerek yaşadığını hayal edin şimdi. Hırsız düşünün mesela, yaşlı bir kadının bankamatikten çektiği maaşını çalmak isteyen. Hırsı ve çaresizliği ellerini titretmezdi, sadece uzanıp bir şekilde ele geçirmekti çantayı; gözünü dünyaya kapatır ve uzanırdı çantaya. Tam işte o anda bir ses; Kayıt!
Çeker miydi elini çantadan ya da nerede olduğunun farkına varır mıydı? Birinin onu kameraya aldığı değiştirir miydi yaşantısını acaba.
Bazı zamanlar yolda yalnız yürürken bunu düşünürdüm hep. Ortalama bir kadınla konuşurken birilerinin beni kameraya aldığı hissi hoşuma giderdi. Olabildiğince taklit bir kişilik olurdum. Kendimi olduğumun aksine oldukça iyi, düzenli, prensip sahibi, entelektüel, komik, kısaca; ortalama bir kadının hayran kalacağı bir erkek modeli olarak gösterirdim. Eğlenceliydi, ortalama kadınların hayatlarına girer sıradan zevklerimi tatmin ederdim böylece. İnsanların kendilerini birinin kameraya aldığını ve iki gün sonra en çok izlenen dizinin reklam arasında gösterileceğini bilse şimdiki gibi davranırlar mıydı acaba? Saygısız, sevgisiz, hoşgörüsüz, ipsiz, sapsız, karaktersiz, bilinçsiz, seviyesiz, siz, siz, siz... Ben yine sıradan zevklerimi tatmin etmeye devam ederdim. Bilirdim ki; beni izlediklerinde o ortalama kadınların daha iyisiyle ya da daha kötüsüyle karşılaştıklarında kendilerini kaybettiklerini, benim yaptığım taklitle ancak kendilerini iyi hissedebileceklerini anlarlardı. Zaten genelde kendi gibilerle birlikte olurlardı. Bu ortalama kadınların yaşama biçimiydi. Taklit ya da yapma hayatlara ortak olabilirlerdi ancak.
Ya ortalamanın üstündeki kadın..
Nasıl davranılacağını unutmuştum ortalamanın üstünde bir kadına. Bir şeyleri saklama gereği gelişmişti zamanla bu yüzden. Eğer bu kadınla birlikteysen bir şekilde, söylediklerine dikkat etmeliydin, bakışlarına dikkat etmeliydin, giyimine dikkat etmeliydin, yürüyüşüne dikkat etmeliydin, sevişirken dikkat etmeliydin ve konuşurkende.
Çünkü; kamera ondaydı!
Hangi ayrıntıyı alacağına kendi karar verirdi. Hangi açıdan çekeceğine, neden çekeceğine, ne zaman çekeceğine de kendi karar verirdi. Dilediği zaman bir kenara koyup kamerayı, yanıma çerçeveye girer, dilediği zaman çerçevenin dışına çekerdi... Kameranın kimin elinde olduğunu görmüş olmak zordu. Silahları elinden alınmış bir asker gibi kalırdın savaşın ortasında. Hatalarının savunuculuğunu yüzündeki eğreti üzüntüyle yapabilirdin sadece. Ne kadar affederdi acaba kamera seni. Ya da kaç kez aynı sahneyi baştan çekerdi. Bu kadar fırsat ve onca zamanı tanır mıydı? Sanmıyorum.
Yıllarca ortalama kadınlarla vakit geçirmişsen ve hala birini sevebileceğini düşünemiyorsan çekilmez bir durumdu. Ama ben her gün o kameranın karşısına geçip söylüyordum, sıradan ilerlemediğini, sevebileceğimi.. Ve O tekrar kaldırıp koyuyordu kamerasını omzuna.
Kamera! üç, iki, bir! müzik(!) başlasın! kayıt..!

9 Kasım 2010 Salı

- 7 -

-Hani marjinal olan bizdik!? Neden böyleyim şimdi. Hani hiç bir kadın bu kadar düşünülmeye, kafaya takılmaya değmezdi. Ruhları olmayan, bir kum çuvalından farksızdı çoğu hani!? Ne oldu da şimdi bu kadar değerli oldu bir kadın??
bir kadından ne beklersin ki? Biraz kahkaha, biraz samimiyet, biraz güzellik belki, biraz hırs ve biraz ateş. Hiç birinden yoktu onda. En fazlası vardı hepsinin ama hepside farklı zamanlarındı. Yolda yürürken çok neşeli, sevdiği insanı karşısına aldığında çok samimi, gözlerine baktığında insanın öylece çok ateşli ve ne zaman konuşmaya başlasa çok güzeldi.
Lahmacun yemeye karar verdik o gün. Yürümekten hoşlanırdık biz genelde. Çok fazlada alternatifimiz yoktu aslında. Arabam olsa dahi çoğu zaman yürürdüm herhalde. Bir kadını karşıma alıp, ona sevgilim olmasını söyleyemedim hiç. Benim tarzım değildi bu. Kabul edince ne diyecektim ki; Tamam sevgili olduk ve şimdi el ele tutuşalım akşamda düzüşürüz mü!? Heyecanı olmalıydı. Elini tutup tutmamak arasında gidip gelmeliydin. Belkide yıllarca bunun üzerinde düşünmeliydin ilk önce. O tadı tatmadıktan sonra o yorgun dudakların heyecanını bilemezdin. Elini tutmadan öpülen bütün dudaklar en fazla 2 hafta sonra başkasını öperdi zaten. Bu kaçınılmazdı ve hiç de iyi bir şey değildi. Bir kadının 2 hafta önce veya sonra başka bir adamı öpüyor olma düşüncesi yeterdi delirmem için. Çok az kadın için böyle düşünürdüm. Ve çok az kadını kıskanırdım bu yüzden. Lahmacunlarımız hazırdı. Acıkmıştık ve bulduğumuz ilk sakin araya girip oturduk. Neredeyse hiç konuşmadan yedik ve en uzun sohbetlerden daha lezzetliydi sokakta lahmacun yemek. Sigaramızı yakıp bekledik. Eve yakındık oldukça. Acelemiz de yoktu. Bir yere yetişme duygusundan nefret ederdim zaten. Bütün enerjimizi lahmacun yerken kullanmış olmalıydık ki kalkmak zor oldu. Yürüdük biraz daha. Beş duvar arasına mahkum değildik kesinlikle ama bugün evlerimizdi gideceğimiz son yer. Neredeyse 1 haftadır her günümüzü birlikte geçiriyorduk. Nedenini sormuyordum kimseye. Ağaç aralarında şarap içiyor, en ucuz barlara gidiyor ve yürüyorduk. İleride bu güzel zamanların hesabı sorulacaktır bize ve umarım bir cevabı vardır gözlerini kahverengi sandığım kadının.

3 Kasım 2010 Çarşamba

- 6 -

sorunlu bir adamım ben ve sorunlarımın çoğunu kendim yaratıyorum. kadınlardan kumardan ve insan topluluklarına duyduğum nefretten bahsediyorum size. insan sayısı arttıkça nefretim de artıyordu. Olumsuz kasvetli ve somurtkan olduğum söylenir genelde. Bazıları içinse çok neşeli ve pozitif.
bana, neden bu kadar somurtkan ve olumsuzsun diye bağıran kadınları hatırlarım hep. ''her şey daha güzel olabilir!!'' derlerdi.
olabilir herhalde. daha az bağırıp çağırarak mesela!
sokaklar insanlara açtı resmen. değeri bilinmeliydi sokakların. En azından iyi şeyler yapılmalıydı sokaklarda. Yemek yemek, yürümek, sevişmek ya da sohbet etmek tam ortasında caddenin. O gün kafam karışıktı her zaman ki gibi. Bilirsiniz ya hiçbir şey yolunda gitmez bazen; kadınlar, iş, işsizlik, hava, kediler, trafik ışıkları. Sonunda bir kaldırımda bulursunuz kendinizi, ölümü bekler halde.
Öylece yürümüyordum bu sefer sokakta. Siyah saçlı, kahverengi gözlü, hüzünlü bir kıza eşlik ediyordum. Çok güzeldi, içsel bir güzellik. Daha öncede bir çok sefer dikkatimi çekse de bu kadar yakın olmayı hiç istememiştim. Olağan ve sıradan kadınlara alışıktım. Her şey bilindiği gibi ilerlerdi onlarla. Sorun çıkardıkları anda kapıyı gösterebileceğin tiplerdir. Hiç böyle hissetmiyordum merdivenleri çıkarken. Çantamı koydum ve iki gofret kapıp çıktım evden. Apartman kapısını açarken, daha önce merdivenleri 2şer 3şer inmek için bir sebebim olmadığını fark ettim. Bira içtik 2şer, hemde susuz ve kahve sonunda. Hala neyin olağan dışı olduğunu çözememiştim. Belkide saçmaydı hepsi, geçip gidecekti 2 hafta sonra. Genelde böyle olurdu. Ama şunu biliyordum; olağan kadınların zırvalıklarını dinlememiştim. Bu oldukça iyi bir şeydi. Ezginin günlüğüyle ilişkimi geliştirmiştim ve ilginç bir şekilde, aradan onca zaman geçmesine rağmen güzel gözüküyordu. Diğer bütün kadınlardan yırtmıştım. Şikayetim sadece, ucuz bir odada açlık çekerek, ucuz şarap içerek kendi isteğimle ve keyfimce delirme hakkımı gasp etmeleriydi. Bunu yapabileceğim bir kadına dünyadaki diğer bütün kadınları değişebilirdim hiç düşünmeden. Sokak yine mutsuzdu. Yürüdük yine yarım saat kadar. Aynı yere işeyebileceğim arkadaşlarıma oranla çok daha ileriydi hissettiklerim. Bu benim için oldukça korkulacak bir durumdu, ödlek bir tavuktan beter olabilirdim bir kaç hafta sonra.  Yinede kendimi çok iyi hissediyordum. Eve döndüğümde ayakkabılarımı çıkarıp şarap içmek, duygularını sadece kaşlarıyla ifade edebilen kadını düşünmek, gülebiliyorsam gülmek istiyordum. Komedi dükkanı açtım ve devam ederken sızdım. Tek korkum uyandığımda sabah olduğunu görmekti.

25 Ekim 2010 Pazartesi

vitrin mankeni

Saçları dökülen bir adamla aynı evde kalıyordum. Ne zaman eve kız arkadaşım gelse ''yine hangi masum kızı ağına düşürdün?'' diye sorardı. Bense hak eden bütün kadınları tek tek ağıma düşürürüm derdim. O her defasında gördüğü saçın aynı olduğunu anlayamayacak kadar salak, bende bir kadına zarar verebilecek kadar iyi değildim..
Alışverişe çıkmıştık. Ev arkadaşım saçları uzun olduğu için arkadan bir kadına benzetilebilirdi, eğer Çaklıt'ın ki kadar güzel kalçaları olsaydı. Tuhaf olan bu değildi tabi ki. Ev arkadaşımın ilgileri garipti. Demek istediğim bir biseksüel yada transeksüel değildi. Fantezilerini sadece mankenlerle sevişmekle sınırlandırmıştı. Mankenlerle, vitrin mankenleriyle.. Gözlerine, kırmızı ağzına, ellerine, uzun kırmızı elbisenin üstünden kalçalarına bakıyordu mankenin. Camsız gözlükler, ateşli bakışlar, dolgun göğüsler. Seksiydiler gerçekten, topuklu ayakkabıları bile vardı,eski zaman kadınları gibi.. Sadece bir vitrin mankeniyle birlikte olmak istiyordu. Önemli olanın ne olduğuyla ilgilenmiyordu.
Düşünüyorum da bazen; bir vitrin mankeni daha iyi olabilirdi belkide bu zamandaki ilişkilerden. Kulakları yoktu ama avantajları çoktu. Romantik yemeklere götürmek zorunda değildin. Yolda sana zorla gül satmaya çalışan çocuklarla muhatap olman gerekmezdi. Sıradan kadınlara hitap eden o tüm dünyevi zırvalıklarla uğraşmak zorunda değildin. Çok fazla konuşmazdı mesela..
Daha önce birlikte olduğun kadınlar gibi olmazdı hiçbir şey. Zamansız sevişme taleplerinde bulunmazdı. Sen ne zaman istersen, o zaman! İç kanamada geçirmezlerdi hiç. Aşk konusunda da sıkıntı olacağını sanmıyorum. Sadece canlı varlıklara aşık olunur diye bir kural yoktu. Zaten aşkla başlayan her şey nefrete dönüşürdü zamanla. Mesela onunla yatağa uzanıp eski sevgilileri dinlemek zorunda kalmazsın. Bu bence hatırı sayılır bir artıydı. Düşünsene; Berk harika dans ederdi, Zeki çok deli yatardı, Kemalin aleti inanılmazdı, ve Soner gibi öpüşen biri daha olmadı. Anlatır dururlardı. Çekilmez!
Yarın alışverişe gideceğim. Sadece topuklu ayakkabı ve mini etek satan bir dükkana..

20 Ekim 2010 Çarşamba

teknolojinin mimikleri

Bundan 3 ya da 4 sene önceydi. İş yerimde oturuyordum akşamüstü sularında, hava tüylerimi heyecanlandıracak kadar soğuktu sadece. Kapı kapalıydı. İçeride 2 tane kadın ve bir consol da oyun oynayan 2 genç vardı. Hiç bir şey umurlarında değildi meşgul oldukları zehirden başka.. Kapıdan 60 lı yaşlarda, nur yüzlü bir çift girdi. O kadar sevimlilerdi ki, onlar içeriye iki adım atmadan yanlarındaydım çoktan. Biraz daha kendinden emin, konuşmasına, görgüsüne güvenen, kocasından daha genç gösteren kadının gözlerinden kızını özlediği okunuyordu.. Onları kendi bilgisayarıma oturttum hemen. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olmasına ilk defa bu kadar çok seviniyordum. Telefonla arayıp kızlarından görüntülü görüşme yapmak için kullandıkları bir programın şifresini alacaktık. Sesi tiz, içten ve sakindi. Kızlarını monitörde görecek, sesini telefondan dinleyeceklerdi. Her defasında tüm sevimlilikleriyle, ''kızımda bizi görüyor mu  diye soruyorlardı'' :)
Evet şimdi her iki tarafta birbirini görüyor ve yüzleri gülüyordu. Bende bir o kadar mutluydum. Ama bundan daha çok dikkatimi çeken monitördeki kadını tanıyor olmamdı. Bu hentbol oynarken hayranlıkla izlediğimiz, güzelliğiyle, giyimiyle, kendine özgü yürüyüşü ve tarzıyla, topu tutuşuyla bile herkesin örnek aldığı Elif'ti. =))
O nur yüzlü teyzemin gözleri dolduğunda bende o masadan ayrıldım hemen. Oyalandım dışarıda. Hüzün beni sinirli yapardı o zamanlarda bile. Gidip yanına üzülme teyzecim, o başının çaresine bakar dedim içimden.. Sanırım duydu ki hemen güldü gözleri. Bir daha teknolojinin bu kadar iyimser bir duruma hizmet ettiğine rastlamadım. Zaten bu kadarda geliştiğini düşünmüyorum henüz..

“GENÇLİĞE HİTABE’NİN” YAZILIŞI VE ÖNEMİ


ATATÜRK’ÜN,
TÜRK GENÇLİĞİNE SESLENİŞİ…
image00140.jpg 
Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş“i Nutuk’un son bölümünü oluşturmaktadır. Aşağıda, Gençliğe Sesleniş’in Nutuk’daki orijinal ve Söylev’deki yeni Türkçe metinlerine yer verilmiştir. 
Ayrıca, Prof. Dr. Afet İnan’ın, Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 50. Yılı Semineri’nde sunduğu “Atatürk’ün Büyük Nutku’nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi” başlıklı bildirinin “Gençliğe Sesleniş” ile ilgili bölümüne de yer verilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’u (Söylev), CHP’nin 2. Kurultayı’nda, 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde 36 saat 33 dakikada okumuştur. Atatürk, bu uzun konuşması ile 19 Mayıs 1919′da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın nasıl verildiğini ve Cumhuriyetin hangi koşullar altında kurulduğunu anlatır. 
Belgelere dayandırdığı bu konuşmasının sonunda, ulaşılan başarıyı Türk Gençliği’ne emanet eder. Gençlikten Türk bağımsızlığının ve cumhuriyetinin sonsuzluğa değin korunmasını ister. 
Prof. Dr. Afet İnan’ın bildirisi, Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş”i kaleme aldıktan sonra yakın çevresine ilk okuyuşunu ve bu sırada duyduğu heyecanı yansıtması açısından, “Gençliğe Sesleniş” ile beraber aşağıda yayına sunulmuştur.
TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM KUTSAL ARMAĞAN
image00215.jpg 
Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.
 
ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Ankara, 20 Ekim 1927
Prof. Dr. Afet İnan’ın, Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 50. Yılı Semineri’nde sunduğu “Atatürk’ün Büyük Nutku’nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi” başlıklı bildirinin “Gençliğe Sesleniş” ile ilgili bölümü:
(İnan, bildirisinde, Atatürk’ün, 1 Temmuz 1927′de Dolmabahçe Sarayı’na geldiğini ve o tarihten sonra her gece yakın arkadaşlarıyla toplanarak Nutuk’un müsveddelerini okuduğunu ve üzerinde tartışma açtığını belirtmektedir.)
“Şimdi benim tanık olduğum olay şöyle. Sıcak bir yaz gününün gecesi; Atatürk’ün çevresinde daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. 
(…………..)
O, adeta arkadaşlarına bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde “oturunuz ve dinleyiniz” dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı. 
Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum, yahut bana öyle geldi; çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisinde yaşıyordum. Bütün milli mücadelenin tarihi olan Nutuk, bu satırlarla son bulacaktı. 
Atatürk, bu metni okuyup bitirdiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum. 
Fakat okuduktan sonra şöyle bir durum oldu. Bu Gençliğe Hitabe okunduğu akşam tarih olmuş olaylar, konuşma konusu değildi. 
Atatürk, coşmuş konuşuyor ve başkalarına konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği üzerinde duruyordu. Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği cumhuriyete inananlara onu koruyanlara ve yaşatacak olanlara emanet etmek gerekiyor diyordu. 
Gençliğe Hitabe yazısını ilk dinleyenlere methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Zaten methedilmeyi pek sevmezdi. Bir gün, bu arada söyleyeyim, “Beni methetme sözlerini bırakınız, gelecek için neler yapacağız onları söyleyin demişti. Sözleri hala bugün dahi kulaklarımda akisler yapmaktadır:
“Gençliği yatıştırınız. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir” diye telkinlerde bulundu. O,Türk gençliğinin sağduyusuna, milliyetçiliğine, vatan sevgisine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu. 
505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda (müsveddeler) hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela “Ey Türk Genci” denmiş; fakat hemen genci kelimesi silinerek “Gençliği” olarak düzeltilmiştir. İkincisi ise “Galipler cebren ve hile ile” cümlelerini başındaki “galipler” kelimesini silmiştir. Fakat en sonunda yarım bıraktığı bir cümle var “Efendiler” diyor. “Son kuvvetini kendi mefkuresinden ve damarlarında bulan Türk evladının elinde istiklal ve cumhuriyetin ilanihaye mafhuz ve masun olacağına ve sancağımızın itibarı daima yüksek bulunacağına” demiş, onu bitirmeden burada kesmiş.

13 Ekim 2010 Çarşamba

bir paranoya hikayesi

Bugün görmeye gidecektim onu. Acımıyordum ona. Haşmetli bir şefkat besliyordum sadece. Onu o odada yalnız ve çaresiz görmek canımı acıtıyordu. Saat neredeyse yediydi ve acele etmem gerekiyordu. Henüz on dakikalık daha yolum vardı ve bindiğim otobüsün şoförü kesinlikle koltuğunda değildi. Yaşamıyordu o anı. Sadece yılların verdiği bir alışkanlıkla elleri direksiyonda, ayakları da gaza basıyordu. Diğer arabalar zaten umurunda değildi. Hastahanenin iki ön sokağında indim ve içeriye doğru yürüdüm. Hava kararmaya başlıyordu. İçeri girdiğimde beni göğüsleri neredeyse olmayan bir kadın karşıladı. Acaba içine çorap dolduruyor mudur diye geçirdim içimden.
Bahçe biraz serindi ama orada beklemeliydim. Ziyaretçilerin odalara çıkmasına asla izin vermiyorlardı. Özellikle benim gibi birinin yukarı çıkması hiç sağlıklı değildi hastalar için..
Uyku haricinde genelde kitaplarla geçtiğini biliyordum zamanın ve yanımda bir kaç kitap getirmiştim. Tabi ki aykırı kitaplar. Büyük ihtimalle hastane yönetimine takılacaktır. Yemyeşil çam ağaçları akşamları bana hüzün verirdi. Çok değil 3-4 sene önce her yazım çam ağaçları altında geçerdi. Çam ağaları altında kahvaltı yapar, çam ağaçları altında uyur, çam ağaçları altında sevişirdim. Hatta çam ağaçları altında denize girerdim.
solgun görünüyordu yüzü. Hiç konuşmadan oturdu yanıma sakince, hiç bir şey söylemeden.
Nasıl gidiyor diye sordu bana şefkatle.
_iyiyim. Sen nasılsın? Burada her şey yolunda mı? Sana iyi bakıyorlar mı??
-Ne önemi var?
- Seni her gün ziyaret edebilmek için yakınlarda bir ev tuttum tek odalı. Artık her istediğinde gelebileceğim. Bir isteğin olursa beni arayabilirsin.
-Tek odalı evinde fahişenle rahat edebiliyor musun??
-Lütfen, böyle bir şey yok, hiç olmadı. Yine o paranoyalarına başladın. Biliyorsun bu yüzden buradasın.. Yemekler nasıl burada? Senden daha iyi yapamıyorlardır eminim ama idare et oldumu.
-Seni benim kadar mutlu edebiliyor mu, yatakta benim kadar iyimi söylesene.
-Lütfen yapma. Sana değer veriyorum biliyorsun. Telefonumu bırakayım evimin. İstediğin zaman beni arayabilirsin buradan. Ne zaman istersen.
Tam bu sırada uzun boylu iri bir adam geldi yanımıza, doktordu. Nasıl olduğumuzu yakında iyileşeceğini ve eski hayatımıza geri dönebileceğimizden bahsetti kısaca ve diğer hastalara bakmak için gitti. Bense hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
-Beni sevdiğini söyle lütfen, buna ihtiyacım var.
-Seviyorum seni hemde tüm içtenliğimle, inan buna.
-İnanmıyorum. Sevseydin böyle olmazdı biliyorsun.
Telefonumu bir kağıda yazıp ayrıldım yanından. Arkamdan sesini duydum,
- Onu iyi beceriyor musun hı söylesene?
Hızlı adımlarla çıktım oradan. Canım fena halde sıkılmıştı. Eve gitmeden altılık bir efes ile biraz fıstık aldım. Yeni evime girdim ve biraları buzluğa attım. İçeride oturuyordu o güzel kadın. Patates yemeği yapmıştı. En sevdiğimden hemde. Yemekte hiç konuşmadım. Farkındaydı her şeyin. Üçüncü biramı içtikten sonra  nasılsın diye sorabildim ve daha sonra konuşmama izin vermedi. Her zaman olduğu gibi sıradan başladı gece. İnsanlar birbirleriyle besleniyordu ve bazen haklılar diyordum içimden.. Harika bir fiziği vardı. Yüzü ifadesizdi ama önemi yoktu o an için. Televizyonu kapatıp yatağa geçtik ve gün neredeyse bitmek üzereydi. Tam o anda telefon çalmaya başladı. Umursamadım ama çok fazla rahatsız ediciydi. Sevişirken telefon çalmasından nefret ederdim. Kalkıp baktım ve arayan oydu.
-Fahişenle güzel vakit geçiriyor musun seni ahlaksız yazar? Sevişiyormuydunuz yoksa. Tam ortasında mı aradım? Rahatsız ettiysem kapatabilirim.
- Bu saatte nasıl aramana izin verdiler senin, iyimisin??
Telefonu suratıma kapatmıştı. Sinirim çok fena halde bozulmuştu, kendimi hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum. Dolaptan gidip bir bira daha açtım ve yarısını tek dikişte içtim. Yatağımdaki kadınının serzenişleri bile umrumda değildi.
-Devam etmek istermisin yoksa kendimi hallediceksin? diye sordu.
Ağlamaya başladım. Nasıl oluyordu da bu kadar haklı olabiliyordu diye düşündüm. Belkide onun yerinde ben olmalıydım. İnsanlar üzerinde kendi hayatımı oynuyordum. İnsanların ne yaşadıkları ne düşündükleri umrumda olmuyordu ve bunun kötü bir sonucunu görünce de kendimi öldürmek istiyordum..
Bütün gece içtim, sabah güneşi görene kadar. Artık hiç bir doğan güneş bu kadar etkili olmayacaktı hayatımda. Pürüzsüz bacaklarına kafamı koyup uyudum. Sadece rüyamda onun iyi olduğunu görmek istiyordum.

28 Eylül 2010 Salı

soyunun bedeninizi, görelim ruhunuzu..

Kadınları çok iyi tanıyordum fakat bazıları olduklarından çok farklılardı. Yargılarında net olamıyorlardı. Bir şeyleri sorgularken bile başka birinin taklidini yapıyorlardı genelde. Sarhoştum kesinlikle ama ne yaptığımın farkındaydım da. Fakat kadınların bunca hatasına rağmen çok azının mantıklı düşünebiliyo olduklarına inanamıyordum. Duygularıyla, kendileriyle yanındaki insanlarla çelişen kadın tipi artık çok sıradanlaşmıştı. Bu yüzden kimseye tepki vermiyordum. Umrumda değildi insanların benim hakkımda ne düşündüğünün. Alışmıştım kendi içselliklerini saklayanlardan. Herkez bedenini geçirmişti üstüne ve kimsenin ruhunu göstermeye cesareti yoktu. İnadına yüzlerine vuruyordum insanların ama anlamamazlıktan gelen çoktu...

26 Eylül 2010 Pazar

teoman konseri

müzisyen sahneye çıkana kadar mekandaki en ahlaksız adam bendim. Ve bunu hiç belli etmiyordum. Yakınlardaysa eğer, her konserinde bulunur ve bağırarak şarkı söylerdim. Gecenin ne kadar karışık olacağını düşündüm bir kaç kadınla rastlaşınca. ..
....
Bir bira, bir bira daha ve her şey daha güzel gözüküyordu. Şarkılar, kadınlar, gitar çalan çıplak adam, keman, tuvaletin önünde para isteyen şişman kadın ve dahası.  O gece tanıştığım bir kadınla dans ediyordum ve bu kadar güzel bir kadınla dans etmeyeli gerçekten uzun zaman olmuştu. Sessiz, anlamlı bir bakış, güzel bir ten, tarzı ve sıcaklığıyla büyüleyiciydi. Neredeyse gece boyu dans ettik ve her defasında daha yakındık birbirimize. Kafasındaki kırmızı bant, pantolonu ve kırmızı badisi ile oldukça rahattı. 
İkili ilişkilerde arzuların daha çok derinleşmesini, asla kaybolmaması gerektiğini düşünürdüm. Eğer kadına karşı olan isteği en azından sabit tutabilirsen başarmışsın demektir. Eğlenceli, sarhoş bir gecede yanımdaki kadına, uyandığımızda sıcak bir kahve ve sigaranın senden daha değerli olabileceğini söylerdim hep. Ahlaksız olan bendim ama nedense kadınlar çoğu zaman bu riski göze alırlardı. Onları haklı buluyordum. Etrafımda ki bütün adamlar, sahnedekiler bile gecenin sonunda güzel bir kadının hayaliyle yaşıyorlardı. En azından ben bunu düşünmeyi bırakmıştım. Onlara gerçekleri söylerdim hep olabileceklerin en kötüsünü söylerdim. çünkü; bir kadının hissettiği acının tepkisinden korkardım, bir kadının neden aramıyorsun demesinden nefret ederdim ve illa bir şeylerin adının konması gerektiği saçmalığından da.
Oldukça iyi eğleniyorduk. Şarkılar insanları ele geçiriyordu resmen. Bu hiç de sağlıklı değildi. Bir kaç arkadaşla norveçte insanların neden intihar ettikleri üzerine konuştuk sahne arasında. . Dans etmeye devam ettim çilleri olan kadınla. Bizden daha önce oradan ayrıldı ve bir daha ki teoman konserine kadar kimseyle dans etmemeye karar verdim.



25 Eylül 2010 Cumartesi

ikili ilişkiler

İnsan ilişkileri doğru düzgün yürümüyordu nasılsa. İlk iki hafta herşey canlı gider sonra taraflar ilgilerini kaybederlerdi. Maskeleri düşer, gerçek yüzler görünmeye başlardı. Çatlaklar, bönler, kaçıklar, kinciler, saditsler, katiller ve cemaatçiler. Modern toplum kendi türünü yaratmıştı ve insanlar biribirleriyle besleniyorlardı! Ölümle düello gibiydi bir lağım çukurunda. Bir ikili ilişkiye umutla bakacağınız en uzun sürenin 1,5-2 yıl olduğu fikrindeydim.Aksi bir durum varsa eğer ortada bir sorun var demektir!
Gözleri o kadar büyüktü ki, bazen bütün dünyayı görebildiğini düşünüyordum. Eğlenirken ifadesizdi yüzü. Cebimde 20 kişilik bilet parası olmasına rağmen etraftan para toplamıştık konsere girebilmek için. Bu çok eğlenceliydi. Eğer yanımda güzel bir kadın varsa hareketlerime dikkat ederdim. Bu konuda hem cinsimden hiç memnun değildim. Yıllar önce bırakmıştım her güzel kadını potansiyel seks objesi olarak görmeyi ve sadece kendi eğlenceme bakıyordum. Zaten ikili ilişkiler konusunda kafamı yormuyordum  artık. 2-3 saatlik konser eğlencelerinin seksten daha zevkli olduğunu biliyordum. Eve gelip sıcak puğaça yedik. Teomanla vals yaptık ve gün bitmişti artık. Kudüslü kralı düşündümde 6 tane karısı vardı adamın ve kadınlarla ilgili konu kapanmıştı onun için. Benim için ise kadınlar konusunun ne zaman kapanacağını bilmiyordum. En azından şimdilik..

18 Eylül 2010 Cumartesi

gerçek

ya siyah olucaksın ya beyaz, gri olmucaksın hiç bir zaman
ya seviceksin ölesiye yada sevmiyorum diyeceksin
farklı mekanlarda farklı karakterlere bürünmüyeceksin,
erkeksen erkek, kadınsan kadın olacaksın!
sevişmek istiyorsan söyleyeceksin karşındakine,
iki kadeh içkiden medet umup, rezil olmayacaksın.
3 dakikalık zevk için arkadaşından olmayacaksın,
unutma ki en kötü arkadaşlıklar bile orgazmdan daha uzun süre zevk verir.
bir şeyleri içine attığın sürece gerçek değilsindir unutma
haykırmıyorsan eğer hislerini, bırak artık daha fazla yaşama!

13 Eylül 2010 Pazartesi

6'lık efes ve türk kahvesi.

birbirimizin aynısıydık ve birlikteyken de oldukça rahattık. Mesela sadece bir öpücük için yolda sadece arabaların olmaması yeterliydi. Yine o harika bacaklarını ortaya çıkaran bir etek giymişti ve bu yüzden üstüne ne giydiğine pek dikkat etmemiştim. Tam bir bacak fetişistiydim. Yıllarca arzuladığım bir kadın karşımda tüm güzelliğiyle türk kahvesi içiyordu. Gözlerinde tüm içtenliğini anlatan bir güzellik vardı. Fırsat buldukça kulağına eğilip, ne kadar albenili, çekici ve havalı bir kadın olduğunu söylüyordum ona. Çok güzel değildi aslında ama kahve içişinde bile bir hava vardı insanı kendisine bağlayan.
Yayalara yanan yeşil ışıkta yolun ortasında durup arabaların içindeki insanlara el sallıyorduk. Ahlak kurallarına karşıydım. İnsanın ne söylediği ne giydiği ne yaptığı sadece kendisini ilgilendirmeliydi. o ise toplumun belirlediği kurallara uymak zorunda hissediyordu kendini. Belkide bunun için yaşıyordu.
Tranvayın gelmesini beklerken yıllarca neden ayrı kaldığımızı düşündüm hep. Suçlu olduğum zamanlarda; nede olsa bir gün bitecekti derdim kendime. Ama bu sefer diyemedim, bitmeyedebilirdi. İkimizde yalnızdık ve iyi ki bir araya gelip lanet kaderlerimizi kıyaslamıyoruz dedim kendime. En güzel avuntumdu bu benim. Tranvayın son durağında inip en yakın dolmuş durağına yürüdük birlikte. Beni durduracağını bildiğim halde onu öpmek istedim orada, ama ya karşı koymazsa diye düşündüm birden. Ya karşı koymazsa bana, ne olacaktı? Bunu düşünmek başımı ağrıtmıştı. Keşke bir 6lık efesim olsaydı die geçirdim içimden. O zaman bir şeylerin sorumluluğunu almak daha kolay olabilirdi.. Minibüste omzunu başıma koydu ve çok kısa bir yolumuz vardı. Lanet dünya neden bu kadar küçüktü ki! Ertesi ve bir sonraki günde onunla buluşmak için işimi bırakabileceğimi düşündüm eve gidince. Bu sefer yanımda bir 6lık efes vardı ve bunu kolayca yapabilirdim..
O, hiç bir zaman arkadaşım olmadı benim. Aramızdaki ilişkinin adını koymak beni hep huzursuz ediyordu çünkü. Eğer bir sınır getirirsek hiç zevkli olmayacakmış gibi geliyordu ve poligamik yaşantım içinde bu gerekliydi sanırım. Masamda bira şişeleriyle sızacağımı düşündüm birden ve en yakından tanıdığım kadına iyi geceler dileyip sızdım.

12 Eylül 2010 Pazar

gri

poligamik yaşantım flörtlere dayanıyordu. Çok eşliliğe kesinlikle karşıydım fakat bir sevgili olarakta berbattım. Düzenli bir ilişkisi olan bir doktorla flört ediyordum ve en çok birlikte şarap içmekten zevk alıyorduk. Halbuki 2 senedir birlikte olduğu adamda idare ederdi. Sokakta yürüyor ve etrafta görünmekten korktuğu diğer doktorlara denk gelmemek için ara sokaklardan yürüyorduk. Kısa bir şort ve vucut hatlarını belli eden dar bir bady giymişti. ayağında roma terlikleri vardı. yüzünde neredeyse hiç makyaj yoktu. o kadar sevimli bir yüzü vardı ki makyaj yapsa sokakta birlikte yürünemeyecek kadar çirkin olabilirdi. Acele bir şekilde evinin karşı tarafındaki bir sitenin içinde bulunan parka indik ve şarabımızı açtık. Neşeli bir sohbetle şaraplarımızı yudumlarken ikimizden konuştuk sürekli. Daha ne kadar yürütebilecekti bu şekilde.. Ben yalnızdım belki ama kadının sevgilisi karşı apartmanda oturuyordu. Bunu düşündükçe bana yaklaşmaktan çekiniyordu. Halbuki proje bahanesiyle defalarca buluşmuştuk çimlerde, banklarda. Hatta sevgilisiyle bir çok seferde denk gelmiştik. Ama anlam veremediğim bir çekingenlik uzaklaştırıyordu onu benden.
Eğer sevgilim başka bir adamdan hoşlanıyor ve sırf ilişkisini tehlikeye atmamak beni üzmemek için o adamla birlikte olmuyorsa, bundan büyük rahatsızlık duyardım. Benimle birlikte olacağına onunla olmasını daha çok isterdim. Hatta böyle bir şeyi fark ettiysem, kadınıma  benimle değil onunla olması gerektiğini açıklardım. Ama, Her seferinde giderler ve her seferinde de geri dönerlerdi..
İkili ilişkilerde berbattım. Kadınlar ilişkinin sonlarına doğru beni karşılarına alıp 
''defalarca söylememe rağmen hep böyle davranıyorsun, bu çok rahatsız edici'' demelerine rağmen ben ilk defa duymuş
gibi '' cidden mi??'' diye cevap verirdim. Hep umarsız sevgili olmuşumdur.  Beter olan bendim. Eski sevgililerimin yüzleri aklıma geldiğinde bana söyledikleri berbat şeyler aklıma geliyordu. İlişkilerim hep karşı tarafın çabalarıyla ilerliyordu. Çünkü aşık değildim. Uzun zamandır da aşık olamıyordum. Tüm bu kötü huylarıma rağmen kadınların neden hala beni tercih ettiklerini düşünüyorum da; çevremdeki erkeklerin kadınlara yaklaşımları davranışları çok kötü. beni tercih etmeleri için çok daha fazla haklı gerekçeleri olduğunu düşünüyorum..

1 Eylül 2010 Çarşamba

otostop - 2 -

bir kadınla bir erkeğin birbirini aynı oranda sevebileceğine hiç bir zaman inanmazdım. Hep bir taraf daha az sevdiğinden, daha fedakar taraf acı çekerdi. Bu ilişkilerde yazısız bir kanun gibidir; aynı otobüslerde hamile kadınlara ve yaşlılara yerimizi vermek gibi. Boktan yazısız ama herkes tarafından bilinen bir gerçek..
sakin, gözleri çökmüş bir adam yolda kendisinin yaptığını söylediği evlerin önünde durup işçileriyle konuşuyordu ve adamın arabasının arkası açıktı. Keşke arkaya binseydik diye geçirdim içimden. Neredeyse 1 saat geçirmiştik kumlucanın çıkışına kadar. Yüksek bir tepeden geçerken beyaz rengin şehri nasıl ele geçirdiğine tanık olduk. Harika bir görüntüsü vardı seraların. İçimden tüm şehrin seralarda yaşıyo olabileceğini düşündüm. Serada uyku serada yemek serada seks. Bunu denemeliyim diye düşündüm. Sonra bir lüks araba daha; zengin görüntüsü ve tedirgin bakışları vardı adamın. Sanırım onu öldürüp organlarını satacağımızı geçiriyordu içinden. Büyük ihtimalle o bölgenin kaymakamı yada genç muhtarıydı. Bizi, 50 yaşlarında cadde üzerinde portakal satan bir adamın yanında bıraktı. Yukarıdan, sadece kadınların denize girebildiği bir koya bakıp portakallarımızı yedik. Çok lezzetliydi ve sadece 50 kuruş ödemiştik. Babasını yeni hastahaneden getiren bir gencin eski model arabasına bindik. Trajedi her yerdeydi.. Arkaya oturmuştum ve yaşlı, hasta bir adam yüzüme bakıyordu. İlk defa insan görmüş gibiydi. Belkide gerçekten böyleydi..
ön koltukta oturan yol arkadaşım, kadın olduğunu unutup, halinden memnun virajlı yolların sonundaki koyları izlerken, ben kaş ta içeceğimiz biraları düşünüyordum. Uzun bir yolculuktu ve değişik şivesiyle arabayı süren adam sürekli bir şeylerden bahsediyordu. Umrumda olmayan tek şey adamın neler söylediğiydi. Demrede inip kalacak bir yerler aramaya başladık. üç ya da dört saat sonra hava kararmaya başlayacaktı. Hala kalacak bir yerimiz yoktu. Kaşa sadece 1 saat yolumuz vardı ve oraya gitmeye karar verdik. Nede olsa hava kararsa da çadırımızı bir ağaç altına kurabilecektik. Otostop için yine en fazla 15 dk beklemiştik.
Güzel bir araba daha durdu ve arkadaşım nereye gideceğini sordu;
- Merhaba biz kaşa gitmek istiyoruz sizin ne tarafa yolculuk?
Arabadaki adam gözlerini sonuna kadar açıp bize bakarken şoyle dedi;
-Buyurun ben fethiyeye kadar gidiyorum isterseniz götürebilirim. dedi. Şaşkınlıkla kibarlık adamın suratında vals yapıyordu ve duyduğu cevap üzerine kibarlık terk etti adamın suratını;
-Fethiye mi?? Tamam olur oraya da gidebiliriz farketmez..!
Nura bakıp ciddi olmadığını anlamaya çalıştım ama bu imkansızdı.
Fethiye ye gidiyorduk...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

otostop -1-

fotoğraf makinamız yoktu ama fotoğraflanıcak daha değerli bir şeyde yoktu açık ve çıplaklığımız dışında. İlk araba için elimizi kaldırırken hiç düşünmemiştik, nasıl istiyorsak ole gelişmesini bekliyorduk sadece ve kuş grubu bir araba durdu içinde orta yaşlı, kirli 2 adamın olduğu. 50 derece sıcakta çalışmak zorundaydılar. En fazla 20 km gittik onlarla. Kadınlar genellikle sıradan bir güven duygusuna ihtiyaç duyarlardı. Bencilce birilerine tutunmak ve söylemeselerde, sahiplenilme duygusunu bastıracak bir erkek olması için çok şey yapabilirlerdi. Ama yalnızda olsaydı bunu yapabilirdi diye geçirdim içimden ilk arabadan indiğimizde. 2. arabadan indiğimizde göynük taraflarındaydık ve sıcaktan yürünmez durumdaydı yollar. Keşke o adama bir fıkra anlattırsaydık daa :)) hele uşaklar:) Gerçekten samimi ve eğlenceliydi. 3. arabanın bizi nerede bıraktığını hatırlamıyorum ama sanırım kemer girişiydi ve genç bi adamdı. Büyük bir sırt çantası çadır ve küçük bir çantamız daha vardı. Yanımda güzel bir kadın olduğu için bu zor olmuyordu. En fazla yarım saat beklemiştik baş parmağımız havada. Bu çok zevkliydi. Amaç ilk olimpos olduğu için geçtiğimiz yerlerde vakit geçirmiyorduk. Saat 3 de başlamıştık otostopa ve neredeyse bir şehirler arası otobüs kadar hızlıydık. Kemerden sonra 2 arabaya daha bindik ve olimpostaydık Bu inanılır gibi değildi ama etrafta bir tane bile tanrı yoktu.. Kandırılmıştık tanrılar konusunda.. Yarını düşünmeyen yüzlerce insan ortalarda günü nasıl en iyi şekilde geçirebilirim diye düşünerek yürüyorlardı. İşte bu tam bana göre dedim kendi kendime. Kalacak yer ve yemek bulduk kendimize en ucuzundan. Havada çok fena ostrojen kokusu vardı. Eminim her iki yan çadırımızda da sabaha kadar acımasızca düzüşen insanlar vardı. Hatta biri bu işe bir kırma pitbull bile katıyor olabilirdi. Trajik bir hikayeye sahipti köpeğin sahibi. Hiç mutlu gözükmüyordu ama devam ediyordu işte bir şekilde. Denize girip voleybol oynadık  deli gibi. Her şey çok güzeldi. Samimi bir düzüşmeden bile daha çok zevk alıyordum toptan akan su damlaları yüzüme geldikçe. Sürekli olarak sallıyordum topu bu yüzden. Kurulanmadan yukarı çıkıp akşam yemeği için iyi şeyler düşünmeye karar verdik. Tatmin ediciydi. Birlikte masa tenisi oynarken topu yukarıda yakalayabildiğini  görmek kadar tatmin ediciydi yemek. İçlerinden birinin saksafon çaldığı bir grubu dinliyorduk, homoseksüellerin de yaşadığı bir mekanda. Tavladan sıkılmıştık. Sohbet çok iyiydi ve biraz daha ciddiyet gerektiren şeyler konuştuktan sonra birer bira daha ısmarladık. Gerçekten de iyiydiler. Resmi bir ilişkisini yeni bitiren insanlardan çok korkardım. Alıştıkları bir şeyi bıraktıkları için dengesiz olurlardı. Ahlaki olarak evde oturması gerekirken otostopla güney akdeniz turu yapan birinde ne kadar denge aranabilirdi ki. Vazgeçtim bundan ve uyuduk sabahın 8ine kadar. Harika bir uyku değildi. Babasını öldüren bir katilden öcünü alır gibi, rahatsızlık uykumuzu delik deşik etmişti. Doyurucu bir kahvaltıdan sonra ayrıldık ordan. İlk gün tahminimden daha eğlenceliydi. Antik evler mezarlar yollar, surlar, deniz, doğa ve sömürü vardı orada. Eğlencede çabasıydı. Mutlu ayrıldık ordan. Daha güzel yerler görmek ümidiyle tekrar baş parmağımızla yukarıyı işaret ettik ve hava dayanılmaz derecede sıcaktı. Gerçek tanrının cehennem similasyonundan yürümeye devam ettik birileri bizi alana kadar..

9 Ağustos 2010 Pazartesi

gök kuşağı tonlarında bir kadın

esmer çikolata tenli bir kadına sarılmış müziğin mekanın keyfini çıkarıyordu. Daha kalabalık olduğunu düşündüğüm yabancı bir mekandaydım. Bir süperberduşa sapıtması için davetiyeydi burası. Adam karizmatikti ama kadınlar ne buluyordu onda bilmiyordum. İyimi düzüşüyordu yoksa çokmu parası vardı. Belkide her ikiside. Sahte kadınların lüks araba ve çok paraya bedava düzüştüklerini duymuştum. geçmişi silerlerse iyi bir çift olabilirlerdi. Mekana girer girmez gözlerini üzerimde buldum. Zarif fiziğinin üstüne geçirdiği gökkuşağını andıran elbisesi hatlarını çokta ortaya çıkarmasa da seksi durmasını sağlıyordu. Utangançtı. Bütün gece gözlerine bakıp gülümsedim. Kendimi ona bakmaktan geri alamıyordum. Uzun süre bakıştık ve karşılıklı gülümsedik. Seksten bile zevkliydi, herşeyden daha çok zevkliydi. Yemekten biradan ve bütün güzel kadınlardan. Etraftaki tek insan oymuş gibi geliyordu. Gece gençti bizde ole ama sanırım onlar değildi. Kalktılar. Bende son bardağımı bir dikişte bitirip ayrıldım ordan. Kederliydim,  o kadın beni mutlu etmiş bana gülümsemişti. açık kumrala kaçan teninde gözlerimi gezdirirken hiç gidebileceğini düşünmüyordum ama gitmişti. Tekrar göreceğime emindim hemde aynı kıyafetiyle daha sanal bir yerde..
Kadınlardan bir beklentim yoktu, çünkü şunu öğrenmiştim. bir şeyi ne kadar istersen o derece geri teperdi. Kadınlara bu kurala göre yaklaşmıyordum. oturup sadece sohbet etmek ve sevişip sevişmeyeceğimize zamanın karar vermesini beklemek hoşuma gidiyordu. Arzumu hep üst düzeyde tutacak bir kadındı ve artık çok daha yakındı bana..
Ve herkesin gülümseyebiliyor olması beni çıldırtıyordu. ama bu kadın ömür boyu gülümsemeliydi. Umarım bunu uzun süre benimle yapar.
pazar sabahından kalma notlar..

25 Temmuz 2010 Pazar

çilekli dondurma

sağır edici motor sesleri penceremden içeriye giriyordu ve canım fena halde çilekli dondurma çekiyordu.halbuki hayatımda en son ne zaman çilekli dondurma yemiştim, yemişmiydim hiç bilmiyorum. ama istiyordum işte. 25 yaşında bakire bir kadının düzüşmeye can atması gibi bişeydi bu. ne olduğunu bilmiyor ama istiyordu.
saat sabah 3e yaklaşıyordu. bahisi son maçtan kaybetmiştim ve hayal kırıklığına uğramıştım. ne zaman uğramıyordu ki bana zaten..
bir mesaj, karşılık gelmeyeceğini düşünerek o çok istediğim, hayalini kurduğum dondurmayı yeme teklifini sunmuştu bana ve cevap verebileceğimi öğrenince teklifini geri çekeceğini biliyordum. ama yinede yazdım ona. zaten dondurma yenecek en yakın yer evimden 3km uzaktaydı ve ben çok yorgundum. toplum tarafından etik görülmeyen bir sürü şey vardı aramızda ama bunlar aslında çok doğaldı.mutluluk, ölüm, nefret ve aşk kadar hayal kırıklığı kadar hatta çilekli dondurma kadar gerçekti hepsi ama inkar ediyorduk işte. böylesi daha hoşumuza gidiyordu belkide.
içki göz kapaklarıma hakim olmuştu artık ve çilekli dondurma canım istiyordu. aramızda ki saygı çilekli dondurma istediğinden daha yoğundu bu gece. biraz sohbet ettikten sonra uyumaya karar verdi ve benim için de en yakın çilekli dondurma rüyamdaydı artık. gidip bir bira daha açtım ve yarısını içtim. sabah kalktığımda masamda bira şişelerini dizili görmek beni hep heycanlandırmıştır. güzel bir kadından, korku filmden hatta seksten bile heycanlıydı benim için. ama o gece çilekli dondurma için tam 1 hafta bira şişesi görmemeyi göze alabilirdim. böylece tanrıyla da aramı düzeltmiş olurdum az da olsa. 

23 Temmuz 2010 Cuma

dönme dolap ve sevgili





beyoğlunun en arka sokaklarında, kadere uzun süre maruz kalmış adamlar ve kadınlar
sahnede bir tabure elinde bir kağıt; Bukowskiden bir şiiir okuyordu beyaz saçlı adam!
ve şöyle bağırıyordu: '' bana bir efes getirin şişede olsun''. şiirine devam etti;
....
kadınım gitmişti
ve boş şişeler kanı çekilmiş cesetler gibi
sardı beni işe yaramazlıklarıyla;
güneş hala iyiydi ama,
ve ev sahibemin notu bükülmüş
hoş ve talepsiz sarmışlığında; şimdi gereken
iyi bir komedyendi, eski tarz bir şakacı
absürd acı üzerine şaka yapacak; acı absürddür
çünkü vardır, hepsi bu;
...
4 tane 5 liralık birayı bitirmiştim ve cebimde sadece evime dönebilmek için 30 liram kalmıştı. saate baktım henüz yeni gün başlamamıştı bile. orada bedava içki içmenin tek yolu çıkıp şiir okumaktır. ve sahnenin yanında elinde gitarla bekleyen çirkin adama gidip peçeteye yazılı olan adımı verdim. soğuk bir 120 lik biranın yolu sahneden geçer diyordum kendime. mekan tıka basa doluydu çoğu berduş görünümlü, 30 yaş üstü zengin adamlardı. yanlarında 5 biraya sevişen kadınlar vardı genç. her zamanki gibi yalnızdım. yalnız olmayı severdim ve yalnız kalmak istemeyen insanların yanında olmasını istediği insanlardan bir çıkarı olduğunu düşünürdüm hep. bu sebepten hep yalnızlığı, gerektiğinde yalnız bırakmayı seven insanlardı arkadaşlarım. uzun sürmedi adımın okunması ne okuyacağımı bilmiyordum. tabureye oturdum, kimse alkışlamadı. çoğunun haberi bile yoktu benden. önüme bir 30luk koydular. bende okumaya başladım, şiirin bşına kendimden bişeyler koyarak tabiki...
-aynı kadınla iki kez çıkmak aptallıktır
üst üste iki kez dönme dolaba binmiş gibi olursunuz
aynı manzara, oturduğunuz yer sadece en yukarıda olduğu zaman heycan..


tek jetonluk 3 tur ve aynı son..

hayatlarımızı mahvedecek hep bişeyler vardır
neyin veya kimin bizi önce bulduğuna bakar,
mahvolmaya hep hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar olağandır
bilgeler için de ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda,
işte o zaman farkına varırız.
intaharların,
ayyaşların, hapisane
kuşlarının, uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin.
varoluşun, menekşeler kadar,
gökkuşağı kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar
olağan bir parçası olduklarının...

bir kaç kadın 50 yaşında yalnız bir adam ve 2 masayı birleştirip sıradan bir doğumgünü kutlayan öğrenci grubundan başka kimse alkışlamadı. alkışlamalarınıda beklemiyordum amaç biraydı. ve tüm o alkışlayanlarda bunu biliyordu; amaç buz gibi biraydı ve ben çok mutluydum..

21 Temmuz 2010 Çarşamba

altı yaşında bir dahi

çalıştığım yerde bir dahiye rastladım..
kekeleyerek konuşuyor dünya umrunda değilmiş gibi davranıyordu
altı yaşında bir dahiydi. yanıma oturdu ve en sevdiği kahramanını anlatmaya başladı.
Çok mutluydu, gülümsüyordu. kahamanı uçabiliyor insanlara yardım ediyor hep sevdikleriyle birlikte mutlu bir hayat sürüyordu. lafını bitirdi ve bana şöyle dedi;
-hiç güzel değilmiş..
ney güzel değilmiş dedim..
-dünya!, hiç güzel değilmiş..
bunu ne kadar geç farkettiğimi düşündüm..
dünya hiç güzel değildi..

20 Temmuz 2010 Salı

eski zamanlarda bir bozuk saat

dört yıldır aynı gevşek duvar saatine bakıp duruyorum
üzerinde bir tür gümüş rengi toz birikti ve
buraya gelen kızlar temizlemeyecek kadar meşguller
ama bi önemi yok, zaten bende farkedemeyecek kadar meşguldüm,
saatin tozdan artık çalışmıyor olduğunu..

orus.bu!..

Cimri bir şarap doldururken bana şöyle dedi; ''Paran yoksa daha olayın farkına varamadan ya yaşlanırsın ya da ölürsün!'' Orus bu! O gece benimle yaşıyacak, düzüşücek eğlenicek ve gidecekti. Tüm hikaye biz doğmadan önce yazılmış ve defalarca oynanmıştı. Bu onun işiydi! Tamtakır bir mutfak dolabının ya da okula gittiğinde arkadaşları arasında mahçup olmaması gerektiğinin bir sonucuydu yatağımdaki kadın.. Sadece viskimi içip uyumak istiyordum. Benim bir gey olduğumu, kamışımın hiç bir işe yaramadığını düşünmesini o kadar çok istiyordum ki.. Orusbu bumuydu?! Bumuydu yani herşey..
Aradan uzun zaman geçmişti ve onun kadar temiz bir kadına çok ender rastlıyordum artık, ama türkçenin en kirli, aşağılayıcı sözcüğünü ona sıfat takmışlardı.. Taklitsiz bir gece, amacına uygun ve yiyecek bir lokma ekmek için..
Endişem çok kabaydı ve her geçen gün yeniliyordu kendini. Tarifi zor bir acı çekiyordum yaşadıklarımı ve o orusbuyu düşündükçe.. Ne kadar hak etmedikleri bir sıfatın içinde yaşıyorlar. Halbuki toplumun kabullendiği ne orosbuluklar göz ardı ediliyordu. Sevgilisinin yanında diğer flörtüne mesaj atanlar, görmesin diye telefonunu elletmeyenler, evdeyim diyip dışarda olanlar, erkek arkadaşına hep sert çıkışıp emir veren, erkeği bir şey diyince kaçanlar, kız arkadaşlarıyla sabahlara kadar içip erkekle uyanma ihtimaline, sarhoşken olabilir insanlık hali diyenler, flörtü yanındayken telefonda sevgilisiyle arkadaşıymış gibi konuşup başından def edenler, özgürlüğü bahane edip her daim daha iyisini arayanlar, ilgiye sürekli açık sevgilisi varken de birinden hoşlanabilenler, bla bla bla..
Acaba türk dil kurumu orusbu kelimesini yanlış kadınlar için mi kullanıyor..?!
Cevabı belli soruların yanıtını özneye bırakmayı hep sevmişimdir..
_ben bir orusbuymuşum, ben bir orusbuymyşum!
-ben yine orusbuymuşum, evet yine orusbuymuşum!

Aslında ne iyi olurdu şiimdi buralardan gitmek, ama kalmanında bir tadı var,
kendini afet zeki sanıp oyunlar çeviren kadınlar şimdi kirli dairelerinde aşk-ı memnu, kavak yelleri izleyip yeni oyunların senaryolarına doneler topluyorlar ve yüzlerinden bir gün önemli bir kişi olacaklarının sırıtışı hiç eksilmiyor.. Halbuki bir tezgahtar ya da simit satan birinden daha saygıdeğer olmuyacaklar, hep o bilindik cevap akıllarına gelicek:

_ben bir orusbuymuşum, ben bir orusbuymyşum ...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

sevme ihtimali üzerine

bir kadının daha önce birini sevmiş olma ihtimalini düşünmek acı vericiydi benim için. Hep bundan kaçmak istemişimdir hayatım boyunca. Bir kadın bir erkekle 2-3 aydan fazla geçirmişse eğer, onunla yatmış olmak ihtimalini göz önünde bulundurur ve onunla güzel bir gelecek düşünemezdim. Bu şizofreniye yakın bir durumdu. Halbuki kendi hayatıma baktığımda daha fazla acı vardı bir kadın için. ve o kadında böyleydi işte; daha önce başka birini sevmiş olması çok olasıydı. Benim için üzüntü vesilesi oluyordu. Böyle bir şeyi düşünmek bile, zamanında başka birini sevmiş olması gururuma karşı sert bir tokattı benim için. Gerçi günün birinde benimle tanışacağını nerden bilebilirdi ki.. Ama yinede onun birine dokunmuş, öpmüş olması benim için aşağılayıcı bir durumdu. Çaklıt bunu düzeltemezdi işte.. Sorunda buradaydı. Her ne kadar şimdilerde yalnız olsada.. Zaten şimdilerde adamakıllı birilerini sevmek çok zor. Herkez izlediği dizinin baş rol kahramanına bürünmek için can atıyor. Ve bu ülkede kadınların yarısından fazlası aşk-ı memnu dizisini izliyor... Diğer çeyreği de umutsuz ev kadınları! İyiki umursamaz yaşıyorum..

23 Haziran 2010 Çarşamba

... yalnız kalsaydım

Keşke hep masum kalsaydın benim için,
Uzaktan ve duvarlara dayanarak izleseydim seni.
Keşke tanışmamıza hiç fırsat olmasaydı.
Ve seni hayatıma şeker misali karıştırmasaydım.
Hayat kavramım senden ibaret olmasaydı keşke.
Seni hayatımın öznesi yaptım da ne oldu ?
Her gece bir acı, her anımda yaralı bir kalp...
Öznesi olmayan bir hayata mahkûm bir nesne kaldım sayende.
Oysa ne kadar masumdun önceleri,
Bir gülerdin dünya gülerdi sanki.
Kazara göz göze gelsek yıkılırdı içim.
Öpülesi bir el uzanırdı tenime,
Dokunurdu içime işlercesine.
Ne güzeldi eskiden, uzaktan seyreder,
En yakınlarıma anlatırdım seni.
Ne masumdun sen bana.
Aniden çıkınca karşıma,
Yağmuruna kavuşmuş toprak misali sevindi yüreğim,
c.y.

11 Haziran 2010 Cuma

4

güzel bi yolculuktan sonra antalyaya dönmüştüm. Güzel bir yolculuk diyorum çünkü 6 kere mola vermiştik. İnsanın hayatından çalınan yarım saatlik tam 6 mola! Çoğu insanlar araları sevmezler. Özelikle planlı insanlar bundan nefret ederlerdi. Bense herşeye biraz ara vermekte fayda olduğuna inanırdım. İçkiye, yemeğe, sekse, gezmeye, güneşlenmeye, berduşluğa, kadınlara ve bazen de hayata. Acaba izin verirlermiydi iki yıl uyumama... sanmıyorum ama çok isterdim, uyandığımda etrafımdaki herkezin gitmiş olmasını.. döndüğümde televizyonum, bilgisayarım paslanmış, kitaplarım kurtlanmış olsun çok isterdim.
Sanırım acilen doktora! ihtiyacım var..
Dünyanın en büyük organizasyonu başlıyordu ve çok az tatilim kalmıştı. Bu yaz tamamen kendi işimi yapıp çocuklarla ilgilenicektim ve bu yüzden kendimi çok iyi hissediyordum. ergen olmayan insanlar çok daha az günah işlerler. daha az zararlıdırlar. hatta dünyanın en mutlu insanlarıdır cinsel organlarının ne işe yaradığını tam kavrayamamış olanlar. Tüm insanlığın hayalinde yokmudur çocukluğa dönmek.. üstelik her gün birilerini becerme isteğiyle ortalarda dolaşırlarken.. 24 yaşımdayım böyle trajedi, böyle çelişki görmedim doktor! yardım et bana..

7 Haziran 2010 Pazartesi

karpuz

O gece pencereler açıldı,
tavandan aşağıya teneke bir tanrının
teri damlıyordu,
bende oturmuş bir karpuz yiyordum.
rengi yapay bir kırmızı
suyu yavaşça akan paslı göz yaşları gibiydi
ve çekirdekleri tükürüyordum
bazı çekirdekleri de yutuyordum
devamlı düşünüyordum
ben bir ahmağım!
bu karpuzu yiyecek kadar,
ama yinede yemeye
devam ettim.
hayat beni kandırıyordu güzellikleriyle
ve güzel kadınlarda böyleydi
güzel vucudlu kadınlar.
aynı karpuzun tasviri gibiydiler.
yavaşça oksitlenen güzel şekilli demir çubuklar..
paslı sevişmelere dayatılmış bir ilişkinin çekirdekleri vardı,
ve hepsini tükürüyordum!
Bu arada güneşte kürek çekmekten dolayı ayaklarım yanmıştı ve uzun kaşıntılar sonucu bugun soyulmaya başladı. Çok ilginçti, tarak kemiklerimin üzerindeki deriyi soyduktan sonra önüme bir dünya haritası alıp, şeklinin hangi ülkeye benzediğini bulmaya çalıştım. Hatta ufak rütüşlerle gitmek istediğim ülkelerin haritadaki sınırlarını belirliyordum. Bu harikaydı; sağ ayağımda japonya, sol ayağımda kanada. Evlerin kapılarının hep açık olduğu ülke, kanada. cehennemin sağ, cennetin sol yanı!

15 Mayıs 2010 Cumartesi

-3-

Bulunduğum yerlerde ikiliklere neden olurdum. Beni ya çok severlerdi ya da hiç sevmezlerdi. Ortası yoktu, çünkü biri yanıma gelip birşey sormadıkça kimseyle konuşmazdım. Huzuru bozmak favori suçlarımdan biriydi. Dünyadaki çoğu insanların sadece süs eşyası olarak şehirlere serpiştirildiğini düşünüyordum. Giyinip tepeden aşağı doğru yürüdüm. Tepenin bitiminde bir market biraz ilerisinde haftanın iki günü, kadın bir solistin çıktığı bar vardı. O günler hep kalabalık olurdu. Oysa kadın neredeyse iticiydi. Ana caddeye çıktım. Arabalardan bir kısmı doğuya bir kısmı batıya doğru gidiyordu. Birden, hepsi aynı yöne gitse mesele kalmıyacakmış gibi geldi bana..
Güzeldi, bir tarzı vardı. Gülünce gözleri küçülüyordu.Çocuklarla ilgileniyordu günün yarısında ve hiçbiri kendisinin değildi. Berduşluğu lükstü. Sokakta yürürken bile.. Sokaklar beni kendime getirirdi. Sokakta olmaktan mutluydum, bir eve tıkılıp saatlerce oturmadığıma, sevgilimle eve kapanıp sevişmediğim için memnundum. Hayat her daim daha güzel fırsatlar verirdi insanlara ve çok az insan yakalardı bu fırsatı. Ben şanslıydım! Onu yakalamıştım ensesinden ve bu sefer bırakmıyacaktım. Bırakmamalıydım..

29 Nisan 2010 Perşembe

-2-

Bölüme vardığımda saat 13.15 di ve derse girmek için 15 dakikam vardı. Dışarıdaki, yüksekokul müdürlüğü imzalı bir uyarıda belirtilen, motorsiklet koymanın yasak olduğu yerde oturan bir kadın vardı. Bölümden olmadığı açıktı. Bir kahve alıp yanına gittim. Göğüs dekoltesi netti, üst bedeninde vucudunu saran bir bez parçası, altında da ayak bileklerinde biten bir şalvar vardı. Entel bir görünümü, ilginç takıları ve sahte bakışları vardı. Kahvemi alıp yanına gittim. Etrafta sadece görüntüleriyle var olabilecek bir ton kalitesiz insan vardı. Onlarla konuşmak, derse girmek, hocalar, notlar sınavlar bana saçma geliyordu. Samimiyetimle söylüyorum, yaşam beni dehşete düşürüyordu! Yemek, uyumak, düzüşmek ve çıplak dolaşmamak için insanın yapmak zorunda olduğu şeyler ürkütücüydü. Bende soyutluyordum çoğu zaman kendimi. Böylede dünya oradaydı, kaybolmuyordu ama en azından boğazıma sarılmıyordu.
-Aptal dolu burası dedi
-her yer öyle ama burası özellikle dedim.
gülümsedi, bir daha gülmemesi için ona köfür edip kalkabilirdim. Berbat gülüyordu. Güldüğü zaman dünyanın benim için durduğu kadınlarıda görmüştüm. Bunlardan biride bölümüme bir toplantı için gelmişti. Hiç bir şey olmayacaktı biliyorum. Saatlerce sevişip mutlu sona! ulaşamamak gibi bişeydi bu. O bir sonun içindeydi ama benimlede flört etmeyi seviyordu muhtemelen, ya da yeni bir şeyler arıyordu. Bunu bilemeyiz. İnsanlar ilginçtiler, hayatlarını değerlendirme zamanlarını hep kaçırırlardı. Mutlu olmaya ne zaman başlayacaklarını bilmezlerdi. Ellerinde ki fırsatları kaçırmakta ustaydılar. İşte!, biri daha kaçırmıştı bile..

22 Nisan 2010 Perşembe

-1-

Ders çok sıkıcıydı ve 2 saat boyunca bukowski okudum. Daha yararlı olduğuna eminim. Vucudunun alt tarafını, bir çay bardağını sımsıkı saran bir el gibi saran kot pantolonuyla etrafta dolaşıyordu. İnce bir beli uzun bacakları ve orantılı bir vucudu vardı. Bütün abaza takımının ona baktığını ve bakarken neler düşündüklerini biliyordu. Kadınlar gerçekten çok tehlikeli ve olağanüstü yaratıklardı. Ama hepsi değil. İnsanların dikkatini vucuduyla çekmek istemediği belliydi ama elinden de bir şey gelmiyordu. Esmer teninden gözlerini alamayan kadınlar bile vardı etrafta. Ders çıkışı kulağımda teoman seri adımlarla, yerde oluşmuş engebelere takılıp düşmeden yürümeye çalışıyordum. Bahis oynayıp viskimi yudumlamak için sabırsızlanıyordum. Önümde bir kalabalık gördüm ve onnların olduğunu fark ettim. Çaklıt ve arkadaşları tüm bakışların üzerlerinde olduğunu bilerek yürüyorlardı. Kadınlar gerçekten çok tehlikeliydi. Yanlarından geçerken onlara iyi bir akşam geçirmelerini diledim, çaklıt en güçlü cevabı vermişti ve bunun boyle olacağına emindim. Hala o kızı yaşadığı saçma hayattan çekip çıkarabilirdim ama daha çok gençti. Biraz acı çekmesi şarttı. Hayatının acımazsızlığını tatmayan bir insan gerçek değildir. Ve gerçek olmayan insanlardan nefret ederdim. Tahta sandalyelerin tadını çıkaran arkadalarıma selam verdikten sonra hızlı hızlı yürümeye devam ettim ve bu sefer yoldaki çukurlara dikkat etmiyordum. Durakda biraz beklemem gerekiyordu. Öğrenciler çoğunluktaydı durakta ve hiçbiri gülümsemiyordu. Çaklıt ve arkadaşları durağa gelene kadar. Bütün adamlar gülümsemeye, sesli konuşmaya ve o abazalıklarını dışa vurmaya başlamışlardı. Hemen gitmem gerektiğini düşündüm ve evimin biraz uzağından geçtiğini bildiğim bir otobüse bindim. Gitmeden önce bana gülümserken, tüm haftasonumun ne kadar güzel geçeceğini düşündüm. Güzel geçecekti. Bol bol viski içip kumar oynayacaktım ve kazanmak zorundaydım. Ama güzel geçecekti işte. Hep bole olurdu.

20 Nisan 2010 Salı

nato caddesi

harikaydı herşey ve kafamda en ufak bir önyargıdan oluşan olumsuz duygu kalmamıştı. Koridor tarafında oturuyordum ve yolculuğun nasıl geçeceği hakkında en ufak bir bilgim yoktu. etrafımda neredeyse hiç sohbet etmediğim insanlar vardı fakat nedeni belli olmayan bir mutluluk içindeydim. zaten cam kenarına oturmam, insanlara güvenim olmadığından böyle olduğunu düşünürdüm hep, kaçaçak bir yer olmaması.. otobüs giderken,ölüm ve başka bir insan arasında. hangisini seçeceğimden emin değilimdir genelde ama bu sıralar bütün insanları seviyorum galiba. Sağ bacağıma vuran kalorüfer sıcağı haricinde herşey güzeldi. otobüsün muavini, önümde oturan uzun boylu, düzgün fizikli kadına en azından otuz kere bir şey isteyip istemedğini sorduğu halde ben susuzluk çekiyordum. kadın olmalıymışım. Güzeldi, Ankarayı izledim sabah ve anılarımı düşündüm. Ne kadar geride kaldıklarını düşündüm. Camda kendi yüzümü görüp, güneşin yansıma yapmadığı bir yere denk getirmeye çalışıyordum burnumu. Gülümsedim sonra. Biraz daha yolumuz vardı ve aklıma gelen tek yer karanfil sokaktı.. halbuki giderek uzaklaşıyorduk ankaradan. Ankaranın bi ucu, nato caddesinde bir şehrin nasıl sona erdiğini gördüm, ilginçdi. burada yaşamak güzel olucaktı..

15 Nisan 2010 Perşembe

ikili ilişkiler

İnsan ilişkileri doğru düzgün yürümüyordu nasılsa. İlk iki hafta herşey canlı gider sonra taraflar ilgilerini kaybederlerdi. Maskeleri düşer, gerçek yüzler görünmeye başlardı. Çatlaklar, bönler, kaçıklar, kinciler, saditsler, katiller ve cemaatçiler. Modern toplum kendi türünü yaratmıştı ve insanlar birbirleriyle besleniyorlardı! Ölümle düello gibiydi bir lağım çukurunda. Bir ikili ilişkiye umutla bakacağınız en uzun sürenin 1,5-2 yıl olduğu fikrindeydim. Aksi bir durum varsa eğer ortada bir sorun var demektir! Siyam kralının 9 bin karısı ve cariyesi vardı, tevratta bahsedilen kral süleymanın 700 karısı, saksonlu bir kralın 365 karısı vardı. Yılın her günü için bir tane! Rakamlarla güvence bu..

14 Nisan 2010 Çarşamba

tarçınlı çaydan vazcaymak

vazcaymak; her an aklında olan ve tam anlamıyla karar veremediğin bir şeyden vazgeçmektir. Vazcaydım senden tarçınlı çay. Kokun, görüntün o kadar güzeldi ki, bu yüzden vazcaydım. Alışırım ve kaybederim diye, çabuk tükenirsin diye, başkalarının fincanında mutlu olabilme ihtimalin yüzünden vazcaydım. Sadece adını duyunca bile yüzümde ki aptal gülümsemenin hesabını kimseye veremeyeceğimden dolayı vazcaydım. Sadece bana özel olmadığın için ve bana özel olmayacağın için vazcaydım senden. Başkalarıda senin farkına varır, ve seni tatmak ister diye vazcaydım.
Bu çok zor oldu benim için. Halbuki hiç tatmamıştım ki seni. İçmemiştim bir yudum bile sadece baktım, kokladım, öğrendim faydalarını. Sanırım böylesi daha iyi. Sen alışmış olduğun fincandan vazgeçmedin, kırık dökük, tadını bozduğunu bile bile. Bende çay içmeden yaşamaya devam edeceğim.

13 Nisan 2010 Salı

ölü etlerin duygusuzluğu

Aşk ve kahkaha vardı. Bundan daha uygar bir zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum. İkimizinde birbirimizden beklentisi yoktu. Buna rağmen sıcaklık vardı aramızda. Ölü etin ölü etle buluştuğu duygusuz bir çiftleşme değildi. Bu çeşit duygusuz çiftleşmelerden nefret ederdim. İki yabancı olarak karşılaşır, iki yabancı olarak ayrılırdınız. Hiç bir ahlaki değeri olmayan insanlar genellikle kendilerini daha özgür hissederler. Aslında çoğu sevme yada hissetme yeteneğinden yoksundur. önüne çıkanla düzüşen sefillere dönüşürler. Oyunlarından hiç bir kumar yada mizah yoktur. Ahlak kuralları kısıtlayıcılardır ama yüzlerce yıllık insan değenimine dayanmaktadır. Bazı ahlak kuralları insanları fabrikalarda camilerde esir ve devlete bağlı tutarken, bazı insanların kendini iyi hissetmesini sağlar. Zehirli meyvelerle, iyi meyvelerin birlikte bulunduğu bir bahçe gibi. Hangisini seçip yiyeceğinizi ve hangisini bırakacağınızı bilmelisiniz.
Yaşam az sayıdaki kadına hoş bir zerafet vemrişti, kalanını görmezden gelmişti sanki. Bu tür tarifi zor bir güzelliği vardı. Smirnuff ve 7-up içiyordum, garipti. Ama herkezin bi kıçı vardı! Neredeyse üzüntü verici bir durumdu bu. Ama herkezde vardı işte..

3 Nisan 2010 Cumartesi

bir kadından beklentiler..

sadece gülümsese yetermiydi acaba, yoksa seksi olması şartmıydı? bunu dün gece bir kez daha anladım. Bazen herşey ihtiras, seks, ya da sevişmek değildir. Bunu bir kez daha farketmemi sağlayan kadına teşekkürler. Küçükken bağnaz adamlarla vaktini geçirmiş olsada o kendini bilen bir kadın ve güzel. eminim bir çok erkek espiri yapıp onu güldürmek için özel olarak çalışıyordur. Gözleriyle gülen kadınlarla sohbet etmek kadar zevkli bir şey yoktur zaten. Sevimli olurlar içtendirler ve daha az yalan söylerler. Tüm alimler bilir ki kadınların en az yalan söyleyeni makbuldur. Entrikadan hoşlanmayanı, hani o masallarki uzun saçlı gülümseyen küçük kızlar gibi. Bu bir masada düzüşme ihtimalinin hiç olmadığı yeni tanıştığın kadınlarla tanrıdan konuşmak gibi birşey. Saf bir konuşmadır; kur yoktur, cilve yoktur, nazlanma yoktur ve herkez istediği gibi konuşur.
Aslında her ikimizde biliyoruz asıl trajedenin cehennem, günah ve ölüm olmadığını. Yaşamak gerek, hemde sonuna kadar istediğimiz gibi. Neden buradayız ki? Neye inanman gerektiği çelişkisinde hayatını sürdüremezsin ya! Yaşa, yaşa seni sevenler var burda hala..

Ne boktan bir adamdım ben!??

Evet evet ne boktan bir adamdım ben! gerçek olmayan muzır oyunlar oynuyordum. Amacım neydi? Neyin peşindeydim? Kendi kendime bunun sadece bir arayış yalnızca kadınlar üzerine bir inceleme olduğunu söylemeyi daha ne kadar sürdürebilecektim? Üzerinde düşünmeden olayları kendi gidişatına bırakıyordum. Kendi bencil ve bayağı zevkimden başka bir şey düşündüğüm yoktu. Şımarık bir lise öğrencisinden farksızdım. Bir orospudan daha kötüydüm! ya da aldatan bir kadından! aldatan kadın erkeğini kandırır, yalan söyler, sevişir ve geri döner. orospuda insanın sadece parasını alır başka bir şeyini değil! Bense başkalarının yaşamları ve ruhlarıyla oyuncağım gibi oynayıp duruyordum. Kendimi nasıl adam sayabilirdim? Nasıl yazıyordum boyle!? İkinci sınıf bir De Sade'dim, zekamı bunun için kullanıyordum. Bir katil bile benden daha dürüst ve açık sözlü olabilirdi, bir ırz düşmanı bile.
Gerçekten de iyi birisi değildim. Daha da beteri kendimi olmadığım birisi gibi lanse etmemdi. Sırf bana güvenlerinden dolayı başkalarının yaşamlarına girebiliyodum. Böylelikle bayağı zevkimi en kolay yoldan giderebiliyordum. Odanın ortasında çıplak oturup ağladım. Penisime bakıp ' seni rezil orospu çocuğu aç gözlülüğünle ne kalp kırıklıklarına, bozgunlara sebep oldun biliyormusun!?

25 Mart 2010 Perşembe

ilişki

insan ilişkileri garipti. Demek istediğim, bir süre biriyle birlikte oluyordunuz, onunla yiyor yatıyor yaşıyordunuz onu seviyor onunla konuşuyor beraber biryerlere gidiyordunuz ve sonra bitiyordu. sonra hiç kimseyle hiç kimseyle birlikte olmadığınız kısa bir süre giriyordu araya, sonra başka bir kadın geliyordu, onunla yiyor onu düzüyordunuz ve herşey oyle normal görünüyorduki, sanki siz hep onu bekliyordunuz, o da sizi...
yalnızken hiç iyi hissetmedim kendimi; bazen idare ederdi ama hiçde iyi değildi..

11 Mart 2010 Perşembe

gülerim

yeni ilişkiler heyecan vericiydi ama emek harcamak da gerekiyordu. İlk öpüşme ilk sevişme biraz dram demektir. İnsanlar başlangıta ilginçtiler. Daha sonra, yavaş yavaş ama kesinlikle bütün defolar ve çatlaklıklar ortaya çıkardı.!
bugunlerde yeni bi kadınla tanıştım; gözleri kocaman! Bana hep ayın 14'ünü hatırlatıyor.. Kimi sanat yapanlara ayın 14'ü tanıdık gelir. o gün ay o kadar net, o kadar parlak ve kocaman gözükür ki, ışıl ışıl, dünyaya yeni bir enerji verir ışığıyla.. Ayın 14 ü gibi...
Bin bir zorlukla kurduğu cümlelerin, alışılmadık kelimelerine oyle sempatik vurgular yapıyor ki; insan konuşmaktan utanıyor.. Tepkileri net, gülüşü içten ve gözleriyle. Ne kadar uzun zaman oldu bilmiyorum, gözleriyle gülen bir insanla konuşmayalı. bu yuzden yüzümdeki şapşal sırıtma bi kaç gündür hiç kaybolmuyor. Umarım uzun sürer..
Aşık olmadığıma, bu dünyada mutlu olmadığıma memnundum.. Hiçbirşeyle barışık olmamayı seviyordum. Aşık insanlar genellikle alıngan ve tehlikeli olurlar. Perspektiflerini ve mizah duygularını yitirirler. Sinirli kafadan çatlak olurlar. Hatta katil bile olabilirler! Evet katil, doğru bu, olabilir. Umursamadan yaşamak doğrumu bilmem ama buna alışmalıyım sanırım..
amk