29 Ağustos 2012 Çarşamba

Görüntü

Kadının erkek hali ya da erkeğin kadın hali. Görüntüyle mi, yoksa asıl olanla mı ilgilendiğinizle ilgili bir durum.. Ya da boşverin böyle şeyleri düşünmek kafanızı yorar. Nerden kafanıza soktum değil mi,(?) hayatınızda sırf görüntüleri için var olan şeyleri sorgulamayı. Allah benim belamı versin tamam.
Özürdilerim. Hadi hoşçakalın.

19 Ağustos 2012 Pazar

Şekerli Mutluluklar

Yeni ilişkiler heyecan vericiydi ama emek harcamak da gerekiyordu. İnsanlar başlangıta ilginçtiler. Daha sonra, yavaş yavaş ama kesinlikle bütün defolar ve çatlaklıklar ortaya çıkardı.!

Şu kadın; gözleri hafif çekik ve kocaman olan! Bana hep ayın 14'ünü hatırlatıyor.. Kimi sanat yapanlara ayın 14'ü tanıdık gelir. o gün, ay o kadar net, o kadar parlak ve kocaman gözükür ki, ışıl ışıl, dünyaya yeni bir enerji verir ışığıyla.. Gözleride aynı böyleydi..Ayın 14 ü gibi...
 Tepkileri net, gülüşü içten ve gözleriyle. Ne kadar uzun zaman oldu bilmiyorum, gözleriyle gülen bir insanla konuşmayalı. bu yuzden yüzümdeki şapşal sırıtma bi kaç zamandır hiç kaybolmuyor.

Tüm bu güzelliklere rağmen;

Aşık olmadığıma, bu dünyada mutlu olmadığıma memnundum.. Hiç bir şeyle barışık olmamayı seviyordum. Aşık insanlar genellikle alıngan ve tehlikeli olurlar. Perspektiflerini ve mizah duygularını yitirirler. Sinirli kafadan çatlak olurlar. Hatta katil bile olabilirler! Evet katil, doğru bu, olabilirler...
 Ve bu durum yaptığın ve yapacağın onca güzel şeyin, -saniyenin binde biri gibi bir hızla- önüne geçer.
Hep hatırlanacak olan budur.

Çokta kafaya takmamak gerek klişesinin doğruluğu beni delirtiyor.. Olaylara ciddiyetle bakmak yerine, çok önemsemeden, rahat davranarak hayatına devam etmek insanı sorunlardan uzak tutuyor. Bununla birlikte kaybettiğin şeylerde var tabiki..

Bayramlar ve çocukluk. Cuma günü tam 135 çocuğa elimi öptürdüm. Çok güzeldi :) Aldığım şekerleri yerlerken yüzlerindeki mutluluk ifadesinin fotoğrafını çekseydim discovery fotoğrafçılarıyla yarışırdım :)

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Cadde üstünde bir ev

Etrafa fark ettirmeden bakıyordum gözlerine. Salt heyecan. Onunla konuştuğum zamanlarda daha sık nefes alıyorumdum. Göz göze geldiğimizde daha sık. Dudaklarını izliyor, kıvrımlarını ezberliyordum o konuşurken. Yanından ayrılırken bile bir sonraki buluşmanın hayalini kuruyordum. Neler yapacağımızı neler yaşayacağımızı düşünüyordum. Ayrıldığımızda, aklımda oynadığım yeni bir oyun vardı artık. Bir sonraki buluşmayı yaşıyordum. Saatlerce oturup neler konuşacağımızı diyalogluyordum. Elini tuttuğum anı, tenine yaklaştığımda hissettiğim heyecanı, onu öptüğümde nefesimin ritmini, o anda hissediyordum. Günün en anlamsız saatlerinde mesajlar atıyordum. Ne yapıyor, ne konuşuyor, ne düşünüyor, mutlumu, yoksa canını sıkan bir şeyler mi var, yürüyormu, yoksa sadece ayaktamı duruyor, gün içinde çok fazla yoruluyormu gibi sorular hep aklımdaydı ve genelde cevaplarını kendim veriyordum. Merakla düello gibiydi. Kazanırsa mesaj atıyordum ve bu sorulardan bir kaçını ona soruyordum. Eğer ben kazanırsam kendi verdiğim sıradan cevaplara kanıp başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. Saf merak.
Evi cadde üzerinde ve evime çok yakındı. Varolmak için eşsiz bir fırsat. Çok az insan bu kadar şanslı olabiliyor. Bunu istemediğine emindim fakat günün her anında görebilme şansım vardı onu. Kapısını çalıp ona bir gül uzatıp gitmek bile kafi geliyordu çoğu zaman. Çocukken bi kılişe vardı; İnsan sevdiğine dokunamaz derlerdi. Aksine insan sadece sevdiğine dokunabilir. İnsanı heycanlandıran sadece sevdiğinin teni, kokusu olmalıdır. Başka birisinede aynı heyecanla dokunabiliyorsan bi sorun var demektir.
Açlık ve yaşanmamışlığı sevgiyle karıştırmak en büyük ahmaklıktı günümüzde. Ne kadar çabuk tükkettiğimizin cevabıydı aslında bu. Halbuki saatler hızlı akarken, birbirimizi o denli ağır çekimde yaşamaktı sevgi. Çok az çiftin bunu becerebildiğini görmek beni rahatsız etmiyordu.
Bir kadını daha önce neden bana rastlamadığına pişman etmeyi seviyorum ben. aşk konusu sıradan. daha farklı birşeyler olması gerek. samimiyet ve dürüstlük gibi..
Yolun başı, daha kontağı çevirmeden gaza basmakla eş değer bi yaşanmışlık bu.
Bugünlerde evde durmak sıkıyor. Bunca yoğunluğun ve sıcağın arasında kendimi dışarda buluyorum sürekli.
İnsanların birbirlerine nasıl davrandıklarını, baktıklarını gözlemliyorum. Hastalıklı, kanserli bir hücre gibi çoğu. Dürüst değiller ve gerçekte ne istediklerini söyleyemeyecek kadar korkaklar.
Alışılageldik ve öğretilmiş hayatlar yaşamaya devam ediyorlar.
Ben çok daha farklısını hayal ediyorum..


13 Ağustos 2012 Pazartesi

Zaaf

İnsanlığın pek çok zaafı vardı. Fakat iki temel zaaf olarak şunları söyleyebilirim; zamanında gelememe ve sözünü yerine getirememe. Korkunç bir saadakatsizlikde cabası. Aldatma, bir şeyi gerçekten oluyormuşcasına heycanlı bir şekilde anlatma, gerçekten olan bir şeyi, hiç olmamış kadar inandırıcılıkla anlatma. Yalan tabiki. Ve daha bir sürü şey..
Bundan çok kısa bir zaman önceydi. Altılık efes alıp edepsiz öyküler yazdığım dönem. Ülkede ne kadar tanınmış yeraltı edebiyatı dergisi varsa hepsine gönderiyordum yazılarımı. Bir çoğu ''okuyucularımızın, okuyabileceği türden öyküler yazarsanız bunları dergimizde seve seve yayınlarız'' cevabını gönderiyorlardı. Bende onlara '' okuyabilecekleri şeyleri başkaları yazıyor zaten ve oldukça samimiyetsiz'' diyordum. Buna rağmen bir kaç dergide yazımı yayınlatmayı başarmıştım. İstanbul Beyoğlusunda, sokak arası kafelerine ücretsiz dağıtılan arka kapağına tamamen reklam alan dergiler.
İşim gereği İstanbula gittiğim çok oluyordu ve bunlardan birinde kendi yazımı okumak için o kafelerden birine gitmiştim. Oldukça nezih bir ortam vardı. Mum ışıklarıyla aydınlatılmış bir iç mekan ve sokağa açılan kapı önünde dizilmiş masalar. İstisnasız herkes bira içiyordu. Yalnızdım ve bir birada ben söyledim. Mekandaki adamlar ve kadınlar dikkatimi çekti. İyi görüntülerine rağmen oldukça mütevazi bir oturuş ve sohbetleri vardı. Kadınlarının hepsinin biraz dünyevi olmakla birlikte, hafif bir mizah duygusu vardı. Ruhları yeteri kadar donanımlı, konuşmaları samimiydi. Bir çoğunun elinde kitap vardı. Sohbet arasında kitaba dalıp kırmızı kalemle bazı cümlelerin altını çizdiklerini görüyordum. Bu oldukça yeterli bir sebepti sohbet için.
Kitap okumayan insanlardan korkardım çünkü. tepkileri ve düşündükleri belirsizdi. 20-25 yıl yaşayıp her çeşit insanı gördüğünü iddia eden, bu her çeşit insanada aynı bakış açısıyla yaklaşan tiplerdi. İki farklı insanada aynı ezberlediği yöntemle davranırlardı. Fakat her zaman karşınıza çıkmamış türde biri vardır ve o güne dek bildiğiniz ya da yaşadığınız hiçbir şeyin yararı olmaz. Tam anlamıyla ne yapacağınızı bilmez bir durumda öylece kalırsınız.
En yakınımdaki masaya gittim ve ücretsiz dağıtılan ''sokak arası'' dergisinden nerede bulabileceğimi sordum. iki tane kadın ve 1 tane adam oturuyordu masada. Kadınlardan biri sandalyesini çekip ayağa kalktı, o an aklıma yazdığım öyküler geldi. Yüksek topuklu ayakkabı, diz parıltısı, ve o harika elbisenin içinde salınan esnek vucudu girdiği şekle sığmayan bir ruh gibiydi. Sıvı halinde akan bir ateşti neredeyse. Uzun parlak ipeksi saçlar her hareket ettiğinde sağa sola dalgalanıyordu. Çok neşeli bir yüz ifadesi vardı. İçeriden bir dergi alıp geldi. Yalnız olup olmadığımı ve masalarına oturup oturmak istemediğimi sordu. Oturdum ve biraya orada devam ettim. Sohbet oldukça samimiydi. Dergide bana ayrılan sayfaya onları dinlerken göz gezdirdim ve derginin bende kalıp kalamaycağını sordum. Şehvetli bir gülümsemeyle tabiki diye seslendi bana. Neredeyse saatlerdir oradaydım. Sonradan sevgili olduklarını öğrendiğim diğer kadın ve adam ayrıldı bizden. Yaz aylarına yaklaşmıştık fakat hava hala erken kararıyordu. Ben kaşarlı tost ve kahve söyledim her zamanki gibi. Oda çorba söyledi tavuklu. Öğrenciydi İsanbulda ve gerçekten standartları yüksek bir hayatı vardı. Diğer öğrencilere nazaran.. Yemeklerimizi yedik ve bildiği daha eğlenceli bir yere götürdü beni. Müzik daha hareketliydi ama insanlar hemen hemen aynıydı. Dans edip biraya devam ettik. Bir kaç insan daha katıldı bize orada. O gece çalıştığım yerin misafirhanesinde kalıyordum ve dönmem gerekiyordu. Dışarı çıkıp biraz yürüdük arabasına kadar. Beni bırakabileceğini söyledi. Zira böyle bir teklif yapmasaydı o kafayla nasıl giderdim bilmiyorum. Gece 1 sularıydı ve nerdeyse misafirhaneye yaklaşmıştık. Telefonum çaldı ve arayan misafir hanedeki oda arkadaşımdı. Geceyi başka bir yerde geçireceklerini ve misafirhaneden çıkış aldıklarını söyledi. O andan itibaren kalacak bir yerim yoktu. Konuşmaya şahit olduğu için ben hiç bir şey söylemeden yolunu değiştirdi. Yirmi dört saat açık bir marketin önünde durdu. Tam sayısını bilmiyorum ama iki poşet birayla arabaya döndü. arka koltuğa biraları koyup sürmeye devam etti. Beni kaldığı evde misafir etmek istediğini söyledi. itiraz etmedim. Neredeyse sabahın ilk ışıklarına kadar sohbet ettik. Çocukluğumuzdan o ana kadar herşeyi birbirimize anlatmıştık... Biradan dolayı yüzümün kızardığını hissettim.. İçmeyi bıraktım. Bana yatacak bir yer gösterdi ve sabah ikimizde erken kalkıcaktık.
İnsanlığın temel iki zaafından hiç birine yakalanmazsan, hayat sana şansı getiriyordu. Diğerleri pek önemli değildi. Bir yere zamanında varabilme ve sözünde durma içgüdüleri insanı hayal edemeyeceği noktalara getirebilirdi.
O İstanbul macerasından tam 5 ay sonra, her an içinde olduğum için beni hiç heycanlandırmayan Galatasaray maçlarından birinde bu zaaflardan en önemlilerine denk geldim.  Çirkin kadınlara müşfik davranır, güzel kadınlardan iğrenirdim. Hayat yoktur onlarda, mükemmel yüzlerinden ve vucudlarından başka bir şey düşünmezler.  Yüzeyseldirler. İçleri yoktur.. En pahalı mekanlarda sırf popüler ve pahalı oldukları için yemek yer, en lüks mekanlara, lüks insanlar gittiği için gider, yanlarında gösterişli insanların olmasını isterler. Erkek egemen bir toplum istemedikleri gibi, bir şey yapılması gerektiğinde erkeğe bırakırlar. Bu genelde para ve güç isteyen şeylerdir..
Daha içsel bir şeylere ihtiyacı var bu tiplerin. Hayal kurmaya mesela, daha soyut şeyleri benimsemeye, sevgiyi mesela. Gösterişli bir yemeğin tadına bakmadan ne kadar güzel olduğunu düşünmemeye ihtiyaçları var. Fakat zor. Öğretilmiş hayatlar yaşıyoruz. Birinin tüm o bildiği yüzeysel şeylerden kurtulup gerçekliğe adım atması gerçekten sabırlı bir düşünce sistemi gerektiriyor. Ve yanında ona eşlik etmesi gereken zır bir insan.
İstanbuldan döndükten sonra o denli iyi hissettiğim bir kadınla karşılaşmamıştım. Ta ki bundan 1 ay öncesine kadar. Sevebileceğim aşık olabileceğim türden bir kadın.. Gerilimsiz bir birlikte akıştı maça kadar. Futboldan hep nefret etmişimdir zaten. Elimde olsa ülkedeki futbolla ilgili herşeyi 2 sene ortadan kaldırırım. Ve hayatımda gördüğüm en platonik sevgi, insanın tuttuğu takıma karşı olan sevgisidir. Taraftarı için, ağız dolusu küfürler sarfeden bir yönetici kadrosu ve oldukça samimiyetsiz ve mecburiyetten sadece daha fazla para kazanmak uğruna, taraftarın sevgilisi olan futbolcular. Benim ona sevgimden bile daha platonik bu.
Bu arada, sayın sevgi, bunu saymam bidaha bekleriz =))

12 Ağustos 2012 Pazar

Olimpiyatlar

Bugün kapanış var. Bilmem kaç tane sporcu olimpiyatlara katıldı Türkiyeden. Çoğunun antrenman yaptığı alan, sıradan insanların gidip spr yaptıkları alanla aynı. Artık siz düşünün motivasyonu! Yarısından fazlasının bankaya, tefeciye, oraya, buraya borcu var. Millilikten alınan aylık ücret 450 ile 800 TL arasında değişiyor. Yarışmalarda alınan başarının ödülünü milliyetçiliğe; '' Oğlum/kızım siz bu ülkenin evladınısınız ve aldığınız başarı sizin ve ülkemizin onuru. Halkın size olan sevgisi en büyük armağanınız, ödülünüz.'' dayandıran bir zihniyet. Gazetelerin birinci sayfasında hep futbol...
Halkın olimpiyat bilinci, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede nasıl yüzücü çıkmazdan öteye geçmiyor. Lan beyni yok, kışın ortasında denizdemi yüzsün adamlar? Yoksa yüzme finalleri olimpiyatlarda istabul boğazındamı? Ülkede olimpik havuz sayısı ne kadar fazla ise, sporcuların bu havuzları kullanma imkanı ne kadar fazla ise başarı o kadar çabuk gelir.
Bir beden eğitimci olarak başarıya endeksli eğitimciler yetiştirilmemeside ayrı bir sorun tabiki. Milli eğitimin durumu aşikar.. Ders saatleri düşürülüyor. Çocuklar spordan uzaklaştırılıyor. Haftada 2 saatlik beden eğitimi dersinin yarısı giyinerek geçiyor zaten. Çocukların sınav ve hayat kaygısıda cabası. ''Hocam sınavımız var izin verirmisiniz test çözelim?!''
Başarılı olan sporcuların hepside Türkiyenin güzide ve imkanları yüksek takımlarında ( Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Belediyelerin desteklediği kulüpler) spor hayatlarına devam ediyorlar. Gelecek kaygısı olmadan.
Olimpiyatlarda başarının temelinin çok küçük yaşlarda atıldığı bir dünya düzeni var. Üniversitelerde yetiştirilen spor öğretmenlerinin ve antrenörlerin yeterlilik seviyesi yükseltilmeli, İlk öğretim ve ortaöğretimde beden eğitimi ve spor dersleri branşa özgü tekrar düzenlenmeli. Aileler eğitilmeli. İmam hatiplere değil spora yatırım yapılmalı. Zira, asıl adı Paul olan devşirme milli atletimiz Polat, başarısının ardından Türkçe bilmediği için kağıda yazılı olarak verilen '' Ne Mutlu Türküm Diyene'' yazısını düşürüp, ''Polat bir şey daha söyleyecektin'' denildiğin orta parmağını göstererek melamını anlatır.
Tabi böyle şeyleri basında göremezsiniz. Basın insanları uyutmak için haber yapıyor son 10 yıldır. Haber yapanlar, konuşanlar, dillendirenlerde, anında kendini kapı önünde buluyor.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

İnanç

İnsanların bu denli zıt şeylere bu katılıkla, bu enerjiyle, bu haklılıkla inanmaları nasıl mümkün oluyordu? Biri Tanrının varlığından bu kadar eminken bir başkası yokluğundan nasıl bu kadar emin olabiliyor? İnsanlar nasıl herhangi bir şeye inanacak kadar talihsiz olabiliyorlardı. Nasıl oluyor da bazı insanlar bir şeye inanacak kadar talihsiz olabiliyorlardı? Öte yandan hiç bir şeye inanmamak da bir inanç sayılmaz mıydı?
Ve polisler,  sanıyorum dokunulmaz ve nihai güçleri onları gülünç kılan. Güç bir kişiye verildiğinde bunun tehlikeli olabileceğini, o insanın kendisine verilen gücü istismar etmeden adil bir biçimde kullanabilmesi için sağlam bir ahlak anlayışına sahip olması gerektiğini idrak etmeliyiz. Kaldı ki Türkiye gibi bir yerde bu güç binlerce adama veriliyor ve bu adamlara silah, cop, kelepçe, telsiz, güçlü arabalar, helikopterler, biber gazı, ve köpek veriliyor ve aramıza salınıyorlar. Yinede o gülünçlük duygusu hepsinde kalıcı.

Sıradan Delilik Öyküsü

Yaşam az sayıdaki kadına hoş bir zerafet vermişti, kalanını görmezden gelmişti sanki. Bu tür tarifi zor bir güzelliği vardı.Gözleri hafif çekik, gülüşü içten, insanı kendine bağlayan bir konuşması vardı. Bana ilk gülümsediği anda içimden geçirdim, '' dünyadaki diğer tüm kadınlardan yırttım'' diye. İlk tanıştığımızda Amerikadaydı, uzun süre sohbet ettik. Güzelliğine, sohbetine, gülüşüne, yaşamına kapılmıştım. İşteyken eve gitmenin, evdeyken işe gitmemenin hayalini kuruyordum sürekli. İnsanların hayatlarını idame ettirebilmeleri için yapmak zorunda oldukları şeyler korkunçtu. Ve tüm bu kabusun içinde, bir kadın tüm o zorlukları unutturabiliyordu. Hikaye böyle anlatılmıştı bana ve bu bana oldukça komik gelirdi. Onunla tanışana dek..
Olağan ve sıradan kadınlara alışıktım. Bilindiği şekilde ilerlerdi her şey onlarla. Sorun çıkardıklarında kapıyı gösterebileceğin tiplerdir. Bana neden bu kadar somurtkan ve olumsuzsun diye bağıran kadınları hatırlıyorum  her şeyin daha iyi olabileceğini söylerlerdi hep. Olabilir herhalde; daha az bağırıp çağırarak mesela..
Oldukça çekici bir kadındı. Fotoğrafları sürekli masaüstümü neşelendiriyordu. Gülüşü bakışları gün boyu en çok hatırladığım şeydi. Sıradan bir kadına 3 gün bile tahammül edemezken, Türkiye ye dönene dek neredeyse her gün saatlerce sohbet ettik. Evlerimizin oldukça yakın olduğunu gelmeden 2-3 gün önce fark etmiştik. Yalnız yaşıyordu ve haftanın sadece 1 günü sabah beş buçukta kalkmak zorunda değildi.
O gün buluşacaktık akşam saatlerinde. Gün boyu ekrana baktım, yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. Bir fotoğrafından diğerine, sonra diğerine, bir başkasına, o harika gülüşlerinde gezindim durdum. Birileri zamanı ben farkında olmadan geriye alıyordu sanki..
Aşk ve kahkaha vardı. Bundan daha güzel ve heyecanlı bir zaman geçirmemiştim. Topuklu ayakkabıları ilk dikkatimi çeken şeydi. Dar bir pantolon, üzerine yine dar, mavi bir bluz giymişti. Saçları düz ve havalıydı. Hafif makyaj ve alımlı bir gülümsemeyle karşıma çıktı. Gözlerimi ayıramadım uzun süre üzerinden. Yanında oldukça huzurlu ve rahat hissediyordum kendimi. Garipti, ama herkesin bir gülümsemesi vardı. Neredeyse lanet edilecek, üzüntü verecek bir durumdu  bu. Ama herkeste vardı işte. Baş başa güzel bir yemek ve ardından ufak bir kayıp macerası. Sıcak çikolata hayaliyle gidilen deniz kenarı bir mekanda içilen bira ve her içimde daha da güzelleşen bir sohbet. Bu seferde birileri saati ileriye alıyordu sanki ... :)
Sokak yine mutsuzdu.. Yürüdük yarım saat kadar. Dünyadaki diğer tüm insanlardan daha yakın hissediyordum onu kendime. Bu benim için oldukça korkutucu bir durumdu. Ödlek bir tavuktan daha beter olabilirdim. Yine de iyi hissediyordum kendimi. Birini sahiplenmek aynı zamanda kaybetme korkusunu getirirdi. Ama şundan emindim; bir insana layık olduklarını tattırmak, az da olsa sevgisini kazanmak, onu güldürmek, heyecanlandırmak, en önemlisi de sevmek, dünyadaki tüm korkulardan daha güçlüydü.
Eve döndüm balkonda kahvemi içtim. Uzun soluklu hayallere , planlara ne kadar alışık olmadığımı fark ettim. Odama geçip komedi dükkanı açtım, gülebiliyorsam gülmek, ve huzurlu bir uyku istiyordum. Sabah beş buçukta yeniden buluşacak, dünyadaki diğer tüm kadınlardan vazgeçmek için tek sebebimi uyandıracaktım :)

25 Haziran 2012 Pazartesi

Grupçuluk ve Çocukluk

Grupçuluk tehdit yoluyla sevgi talep etmektir. Sevgi pek çok insan için farklı anlam ifade eder. Grupçuluktan fayda gelmez. Grupçuluk sadece karşıt grupçuluğu doğurur. Grupçuluk, özgürleşmekten ziyade, yalıtır, fakat bütün bunları bi kenara bırakalım.
Herkes yapıyor bunu zamanımızda. Üç arkadaştan ikisi kendi arasında gruplaşıyor mesela..
Fakat örgütlemediğimiz bazı grupları düşünün. Çocukları örneğin..
Çocuklardan daha az hakka sahip bir grup geliyor mu aklınıza?
Dövülürler, okula gönderilirler, kenara itilirler, gerek görüldüğünde süslenirler, istendiği zaman yıkanırlar, arada sırada yemek verilirler, ne zaman uyuyacakları, uyanacakları, konuşacakları, susacakları söylenir. Liste böyle uzayıp gider..
Mazeret onların bu işleri kendi başlarına yapamadıkları biçimindedir..
Kendi çocukluğumu çok iyi hatırlıyorum. Gerçek bir köleydim. Cumartesi temizlik günüydü. Pazar pikniğe gidilirdi. Hafta içi okul ödevler ve görevler vardı. Gece altıma işediğim için annem acımasızca döverdi beni. Babama karşı saygılı olmamı ve ne isterse yapmam gerektiğini söylerdi. Lisedeyken biraz daha iyiydi. En azından yapmakla zorunlu olduğum şeylerin en azından bazılarının ilerde işe yarayacağını keşfetmiştim. Ama gazetelerin ikinci sayfalarında haberler devam ediyordu..
Bir annenin küçük kızını itaatkar olmayı öğretmek için kaynar suya soktuğunu okumuştum. Bir baba ayakkabılarıyla çocuğunun üzerinde tepindikten sonra rakısını açıp televizyon seyretmiş. Bir çocuk annesi tarafından aç bırakılarak öldürülmüş. Günlük gazeteler bu gibi bir çok haberle doluydu.
Çocukların bir grup oluşturup dünyaya hakim olabileceği düşüncesi kanımı kaynatıyor. Herhangi bir kadından daha çok heycanlandırıyor beni bu düşünce. Sevdiğim kadından bile. Çünkü o bile beni umursamıyor çocuklar kadar.
Eğer bir gün çocukların toplanıp banka soyduğunu ve bütün parayı dondurma ve oyuncağa yatırdığını duyarsanız, bilin ki bu işin arkasında ben varım.

22 Haziran 2012 Cuma

ölüm üzerine



ölümle ilgili aklınızdaki tüm o karamsarlıkları atın bir kenara.

herhangi bir insanın ölümü, o insanın hayatı boyunca yaşadığı tüm o üzücü şeylerden daha fazla üzüyorsa sizi ortada bir sorun var demektir. Ne kadar süre yaşadığı ve ne sebeple öldüğü önemli değil. Doğumundan itibaren çektiği acılar, onu ağlatan olaylar, sorunları, çektiği açlık ya da yokluk. Yaşadığı hayatın ona zorunlu kıldığı sorumluluklar. Okul, sınavlar, insanlar, kalacak yer ve yiyecek bir şeyler elde etme zorunluluğu. Tüm bu yaşadığı stresin verdiği mutsuzluk, ölümünden dolayı verdiği üzüntüden daha fazla olamaz. Bu dünyada ki insanların kısa vadeli ilişkileri, sevgiden yoksun davranışları, yapmacık ve mecburi sorunlulukları, bir insanın ölümüne yas tutacak kadar güzel duyguları barındırmıyor. Sonun ne zaman geleceğini bilemeyiz ama dünyayı saran kötü fikirler sürekli var olacaktır. Sevgi, seks ve para hırsının ötesine geçemeyecektir. İnsan ve insanın ölümü de bu düzen içinde gittikçe önemsizleşecektir. Her ne kadar yaşamak insana çekici gelse de bu dünyaya bir canlı daha getirmenin ne kadar korkunç bir sorunluluk olduğu gerçeğini değiştirmez. Hayatın sorunlarla boğuşmak olduğunu, bir şeyler için sürekli mücadele etmek, çalışmak olduğunu düşünmek bile ölümden daha karamsar. Yemek yemek, kalacak yer ve biraz içki için insanın yapmak zorunda oldukları şeyler korkunç. Ben bu yüzden insanların ölümüne değilde doğumuna üzülürüm. Sizde böyle yapın.

19 Haziran 2012 Salı

sevgi






Dünya tarihinde gelmiş geçmiş tüm ideolojilerin, örgütlerin, dünyayı ve insanlığı kana bulayan tüm stratejilerin, devlet modellerinin, insanı ve insanı kukla gibi kullanan yapılanmaların, sevgi yerine hırs eken tüm düzenin , canilikle , ateşle, kurşunla hayal dünyasında osuruk ideolojilerini canlandıranların hepsinin ama hepsinin canı cehenneme.

Bir platon veya gandhi olamadan siyaset yapamazsınız, insanları anlayamazsınız. Hitler olabilirsiniz, lenin olabilirsiniz, engels olabilirsiniz, musollini olabilirsiniz. Ama insan olamazsınız, çünkü insanlığın olduğu yerde sağ-sol yoktur. İnsanlığın olduğu yerde kavga yoktur, sevgi vardır. Dudaklar, gözler, kalpler birbirini anlamadıktan sonra dünyayı ateşe tutsanız, yaksanız, binlerce insanı katletseniz, bunlarla birlikte siz de çürüyüp gideceksiniz. Önemli olan sevgiyle çürümektir. Toprağa bedenini gübre olarak sermektir.

Savaştan, çığırtkanlıktan, kinden , nefretten, düşmanlıktan bahsettiğiniz sürece hepiniz tarihe birer düşman olarak gireceksiniz, ideolojisi ne olursa olsun, ne olursa olsun insanların birbirlerini katletmesi bu tabiata, bu doğaya, bu dünyaya, bu güzelliklere ihanet. Sağduyusunu, metanetini, insan sevgisini kullanamayanların göreceği acılar hiçbir yerde olmayacak. Gerçekten bir amacımız yok bu dünyada. Sadece burda biraz zaman geçirip geri gideceğiz. Böyle mi gideceğiz?

Öldürecek ve uğruna ölünecek bir şey yok, düşüncelerinizden başka bir bok yok.
Uğruna tapacağınız, öleceğiniz tek şey sevgidir, bunun için ölemiyorsan adam değilsin.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

kürtaj, hayat kurtarır...

Herhalde kadınlarla vakit geçiricem. Söylediği lafa bak; Kadın arkadaşı daha çokmuşda kadınlarla vakit geçiriyormuşmuş. Kıskandınmı göt. Erkeklerle vakit geçirip senin gibi, göt-meme muhabbetimi yapayım. En yakın kadın arkadaşın hakkındaki fantezilerinimi dinliyim? Hangisini yapayım piç. Yoksa 5 erkek aynı masaya oturup yoldan geçen kadınların kalçaları hakkında yorum mu yapayım.  Haa sizin şu meşhur lafınız, sevgilisi olan her kadına, '' vay amına koyayım, bu karı bu adamamı veriyor şimdi?!'' demenize şahitlikmi edeyim. Sevgililiği düzüşmekten ibaret bilen, siz erkek ırkının yüz karaları. Taklitçilikte oscar alan kişiliklerinize sıçayım ben. Size tek bir şey önerebilirim. Biliyorum beceremezsiniz kitap okumayı bu saatten sonra ama kendinize kitap okuyan arkadaşlar edinin. Belki faydası olur. Hee bu arada, bu melih gökçekmidir ne boktur, senin doğumuna kürtajı yetiştiremeyen tıp bilimini sikeyim. Sende suç yok, seni bugüne kadar orada yaşatanlara sesleniyorum; Yavşaklar.
Benim aynımın kadın cinsine gönderilmiş bir şarkıdır. Teşekkürler Teo.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Şans

Telefon çaldı. Hiç bir neden beni yerimden kaldıramaz diye düşünürken, neden O arayınca böyle davranıyorum diye geçirdim içimden, gömleğimi ütülerken. Çok kısa bir süre içinde buluştuk. Yürüdük uzunca. Sohbet ettik. Arkadaşlık ilişkilerine nazaran ikili ilişkiler konusunda kötüydü. Kendine bir şeyler kattığı, öğrendiği konusunda bile yanlış düşünüyordu. Bir insana şans vermenin onu aşağılamak olduğu düşüncesinin mantıklı açıklaması çok netti. Ben senin kadar istemiyorum, senin kadar sevmiyorum, hatta hoşlanmıyorum, bir şeyler hissetmiyorum fakat bir deneyelim. Doğum gününde gelen hediyeyi beğenmediğin halde giymek zorunda olmak gibi bir şey. Eğer istemiyorsan güçlü duygular yoksa boşa zaman kaybıdır her şey. Çekilmez. Neredeyse lise yıllarımın ilk çeyreğinde tanışmıştım gittiğimiz mekanla. Çok eskiydi. Terasa oturup bulutları izledik uzun süre. Zaman çok nadir hızlı geçiyordu. O nadir anlardan biriydi o gün. Gece 24'e kadar birlikteydik halbuki. Bütün günü o terasta geçirmeyi hayal ettim. Ama kurallar önceden konmuştu. Bir çok şeye katlanıp, bir daha bu şekilde görüşemeyeceğimizi düşünerek geçirdim saatleri. Gecenin sonuydu, güneş battıktan sonraki en güzel an. Çabuk bitti. Bir insana ikili ilişkiler konusunda şans tanımayın. Gerçekten istiyorsanız yaşayın. Acaba elini tutunca ne hissedicem diye tutmayın bir eli, içinizden geliyorsa tutun. Öpmek istiyorsanız öpün onu, karşınızdaki insan istiyorsa değil.Başka bir neden girmesin aranıza duygulardan başka. Samimiyetsizliğin sınırlarını daha fazla genişletmenin gereği yok. İnsanı ne hissettiğini bilmez, duygusuz, başı boş ilişkiler içine sokan bu haksızlığa, karşınızdaki üzülecek diye katlanmayın. Kendinize değer verin, daha mutlu olursunuz. Yalnızlık, hislerinizden emin olmadığınız bir ilişkiden, tahmin edemeyeceğiniz kadar daha zevklidir.

8 Mayıs 2012 Salı

Cinsel Politika

Geleneksek toplum kuralları madde 485346279751. Toplumumuzda iki cins arasındaki ilişkinin, sevişmenin, flörtün, ilk buluşmanın ya da adını ne koymak isterseniz, erkeğin ilk adımı atmasıyla başlaması gerektiği düşüncesi hakimdir. Dolayısıyla kadının biraz daha pasif kalıp, erkeğin ilgisini çekmeye çalışması doğal karşılanır. En çok duyduğum kadın sitemleri arasında bir numarayı kimseye kaptırmayacak bir söz vardır ki, tadından yenmez; '' ben daha ne yapayım?!'' Kadın diyor ki yani, ''süslendim, makyajımı yaptım, tatlı tatlı gülümsedim, mini eteğimi çektim, en güzel parfümümü sıktım, e hafif göğüs dekoltesi de verdim yinede karşıdan bir tepki yok.'' Bak bak bak... Tarihsel olarak bu süreç günümüze kadar gelmiştir fakat, bir çok gelişmede göstermiştir. Otobüste, kafede, yolda yürürken, bir partide, sahilde, bir çok sosyal alanda ki günümüzde internet üzerinden sıkça rastlarız, kadınlar hoşlandıkları erkeğin yanına hiç çekinmeden gidip onunla sohbet edip tanışabiliyor. Hatta direk, '' seninle sevişmek istiyorum'' diyenleri bile duydum. Özgüvenin insanda mütevazilikle buluştuğu an. Bir kadın gerçekten bir şeyler hissettiyse, istediyse, bunu utanmadan, saçma ahlak kurallarından korkmadan, yaşamalı. Erkek cinsinin insan olanına az rastlandığından, bu durumu '' olum, hatun direk geldi benle tanıştı, taş gibi, çakar geçerim'' sözlerini duymak pek mümkündür. Kadınları da bu içsel davranıştan uzaklaştıran birinci sebep budur. Kadın cinsinin de hepsi salak değil ya, düşünebilenleri var. Sıradan bir adamın yanına gidip ''senden hoşlanıyorum'' demiyorlar. Sıradan insanların yaşadıklarını ve cinsel yolla bulaşan hastalıkları bir kenara koyuyorum, günümüz ikili ilişkilerinin başlamadan önceki en büyük sorunu iletişimsizlik. Daha konuşmayı bilmeyen insanların, buluşup sevişmesi, sonrasında, ilişki zamanında büyük sorunlara neden oluyor. Örnek; R.T.E. bugün aramızda.. :) Diğer bir açıdan, duygularını, hissettiklerini, açıkça, çekinmeden, kim ne diyecek diye korkmadan ama akıllıca, hakkını vererek yaşayan ayrı bir insan ırkı da var. Ne istediğini bilen, dürüst, sadece seks için insanları tüketmeyen, duygularıyla hareket eden, geleneksel toplum kurallarını tanımayan insanlar. İnsanlar arasında bu çekişme sürerken, emperyalizm sürekli kazanacak. Tüketen toplum, zehrini yaymaya devam edecek. Daha güzel gösteren makyaj aletleri, daha güzel elbiseler. hep daha güzeli ve dolayısıyla daha pahalısı üretilecek. İkili ilişkilerin ahlaki açıdan çöküşü ise pahalı sevgililer günü hediyelerinin geri istenmesiyle son noktasına gelmiştir kanımca. Herkese iyi sevişmeler :)

4 Mayıs 2012 Cuma

Sansürsüz - 2 -

Öğleden sonra bir saatti, tam olarak hatırlamıyorum 14 ya da 15 idi saat. Mayıs ayıydı havalar iyiden iyiye ısınmaya güneş yakmaya başlamıştı. Odamda oturuyordum. Bilgisayarım, önümdeki dikdörtgen masanın sağ tarafındaydı. Bilgisayarımın sol tarafında, yiyecek bir kaç parça şey ve yeni ısıtılmış sıcak su vardı, kahve için. O gün erken uyanmıştım. Sanırım gereksiz bir telefona. Kahvemi hazırlarken kapı çaldı. Birini beklemiyordum. Üzerime bir şeyler geçirip kapıya yürüdüm. Ben hariç, 3 tane daha flörtü olan esmer, kızıl saçlı minyon tipli, hafif salaş, sıradan giyinen, kadınsı hiç bir özelliği olmayan Ayşeydi kapıyı çalan. İçeri geldi. Kendini beğenmiş bir tavrı, hiç bir kadında olmayan özelliklerin kendinde toplandığına inanan konuşmaları, yalan dolu başı boş bir hayatı ve çirkin bir yüzü vardı. Bir kadın istediği kadar güzel olsun, yalan söylüyorsa çirkindir. Oturduk biraz, sohbet ettik. Ona da kahve hazırladım. Benimkinin aynısından. Kahvaltılık bir şeyler çıkardım. Sıradan şeyler, domates, salatalık, peynir. Bunu önemsemedi. Halbuki diğer kadınlara nazaran fazladan ilgi göstermiştim. Sosyal medya gençler arasında oldukça yaygındı. Neredeyse 15-25 yaş arası her gencin Facebook'u vardı. Tabi ki bakmadan edemiyordu. Her gittiği yerde, her dakika her saniye önünde olsun istiyordu hesabı. Sigara ve alkol bağımlılığından daha kötü bir durumdaydı. Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım 2 saate yakın oturdu. Televizyon ve İnternet ile geçirdi zamanını. Giderken facebook hesabını açık unuttu.. Son 1 hafta içinde ki mesajlarını okudum. Benim bildiğimden 2 tane fazladan flörtü olduğunu gördüm. İçimden ''kadınlar'' diye geçirdim. Bunca zamandır söylediği sözler aklıma geldi. Güldüm. Kadınlara bu sıralar sadece gülüyorum nedense. Hiç bir kadına rastlamıyorum gözlerinin içine bakıp sohbet edebileceğim. Bana doğruyu söyleyebilecek bir kadına denk gelmiyorum. Bir kadının 3 farklı adamla görüşüyor olmasının sakıncası sadece toplumsal ahlak kuralları. Bunu saklaması, karşısında ki insanı kandırması ise tamamen insan haklarıyla ilgili bir ihlal. İlk görüştüğümüz gecenin sabahında, ''sakın beni yanlış tanıma, böyle bir şeyi ilk defa yaşıyorum'' dediği an parayı sehpanın üzerine bırakıp çıkmalıydım.

10 Nisan 2012 Salı

sansürsüz - 1 -

İlk buluşmadan o kadar göğüs dekoltesi verirsen, akşam ilk gördüğün kadına dert yanarsın; gözü hep göğüslerimdeydi diye. İlgi uyandıracak başka bir özelliğin olmadığından bu yola başvurduğunu söylemezsin ama. Karşısında ki de kendi gibi olduğundan akıl edemez bunu söylemeyi. Sizi gidi kadınlar sizi. Hiç değişmeyecek çoğunuz biliyorum. Olsun. Ne de olsa o erkekte hatunun harika bir ritm kulağı olduğunu anlatmayacak akşam erkek arkadaşına.. böyle geçinip gidecekler. Dünya hep dönüyor nasıl olsa.

25 Mart 2012 Pazar

Boklukla ilgili

Bu ülkedeki gerizekalılığın en büyük kanıtı, raflara giren 10 kitabın 9'unun aşk üzerine olması. Aşk'ı orospu etmiş kapital sermayenizin, sizi kültürsüz bırakan ailelerin, eğitim sisteminin canı cehenneme. Çünkü sizler seks dışında yemeyen, içmeyen , okumayan, yaşamayan, duygulanmayan, ağlamayan tipik insanlarsınız. Size acı nedir desem bana elif şafağın çalıntı ve ergen paragraflarıyla cevap verirsiniz, size duygu nedir desem gerçek duyguyu anlatamazsınız, aç kalmanın, bilimin, felsefin, inancın, mücadelenin ne olduğunu bilmezsiniz. Size dostoyevskiyi sorsam, aç kalmamak için yazdığı kitapları anlatsam, size zindanlardan memleket için yazan nazımları sorsam, size ali şeriatiyi sorsam , siz ne yaptığını bile bilmeyen, makineleşmiş, hormonlaşmış duygularınızla çevreye kirlilik saçan idiotlar, size birşey sorulmaz. Çünkü siz gerçekten okumadınız, mücadele etmediniz, yaşamadınız, siz hiç kafanızı kaldırmadınız. Kültürsüz piçliğinizle tüm dünyaya zarar veriyorsunuz. Hayatta seksten daha değerli şeylerde var. İyi bir dünya yaratmıyorsunuz, iyi birşeyler yapmıyorsunuz. Çok üzülüp, çok ağlıyorsunuz, sahte yaşamlarınızın, hayatlarınızın bedelini ödüyorsunuz. Size bir bok sormuyorum. Sizinle bir bok ta yapmıyorum. Öyle yazıyorum işte, maksat bokluk olsun, canınız acısın. Acısın ki beyniniz revir yapsın, kromozomlarınız, hücreleriniz yer değiştirsin, belki hayatı tanımlayabilirsiniz.

23 Mart 2012 Cuma

12 yıl öncesi

Bugün de formumdayım, eğitsel bir şeyler yazmayacağım. Sadece güzel şeyler. Bundan tam 12 yıl önce Kındıl Çeşmede tanıştığım bir kıza aşık olmuştum. Çocuktum daha, her gün denize girer, kumda futbol oynar, acıktığımızda çadıra gider, uykumuz geldiğinde uyurduk. Hiç bir fikrimiz yoktu hayata dair. Öylesine yaşadığımız zamanlardı. İki tane birayla sızabiliyorduk sahilde. Masumdu her şey. O günlerin anısına Mabel Matiz ve Teoman.

Papatya - 2 -

papatyanın stresi azalttığını, uykunun kalitesini arttırdığını, algı kabiliyetini geliştirdiğini biliyor muydunuz? bende yeni öğrendim. Papatyaya olan saygımın bu denli artmasının sebebi meğersem buymuş. Her akşam yatmadan papatya çayı artık. Ha ha ha! şaka be yahu. Bundan bahsetmeyeceğim tabi ki..Neyime gerek benim huzurlu uyku, stressiz yaşam, zaten etrafımdakiler için algım da yeterli. Diyeceğim şu ki, papatyadan beslenirken onu öldürdüğünüzü unutmamanız. Dalından kopardığınız şeyin yararı, onu doğal, kendi haline bıraktığınızdan daha azdır.. Bırakın nasıl istiyorsa öyle kalsın, ne yapmak istiyorsa yapsın ve yüzünü ne tarafa dönmek istiyorsa o tarafa dönsün. Ona sahip olduğunuzdan, daha fazla mutlu olacaksınızdır. Zamanla, sahip olduğunuzu düşündüğünüz şeylerin size hükmetmeye başlaması size tahmin edemeyeceğiniz hayal kırıklıkları yaşatabilir. Papatya mı? bırak genç yaşında rüzgarın güneşin tadına baksın doya doya.

15 Mart 2012 Perşembe

- 20 -

İnsanlar, bu dünyada kaçılması gereken öncelikli korkunç şeylerdendir. Hiç bir sınırlama getirilmeden sokağa çıkabiliyorlar istedikleri gibi. Oldukça duyarsız ve hoşgörüsüzler. İlgi alanları sınırlı ve bayağı, ayrıca kötü niyetli ve can sıkıcılar.. Bu yüzden çok fazla ilgilenmemek gerek insanlarla. Öte yandan hayvanlar, harikulade yaratıklar. İsteklerini, ihtiyaçlarını ve iç güdülerini bu kadar net yaşayabilen bir insana sahip olmak isterdim.. Gözlerindeki ve beden dillerindeki güzelliği fark etmek yeterli bir hayvanın insandan daha üstün olduğunu anlamak için. İnsanlar o kadar iyi görünmüyor, o kadar güzel ya da sahici davranmıyor.. Tam bir boş bulunmuşluğun içinde çoğu. Kafa yordukları şeyler ve yorması gereken şeyler arasında anlamsal olarak hiç bir benzerlik yok. Küflenmiş akıl sağlıkları da cabası. Yolda görüp kaçtığım insan sayısı, sokakta rastladığım hayvan sayısından hep daha fazlaydı. Gün geçtikçe ve tüketim hızlandıkça, insanların insanlara olana tahammülsüzlüğü de artacak. Daha önce duyulmamış sorunlar, kavgalar olacak. İyi ki ben çoktan yırttım. İki gün üst-üste aynı insanla görüştüğüm nadirdir. Böylece sigara ve alkol kullanmayan insanlarla yaşam standartımı eşitliyorum :)

8 Mart 2012 Perşembe

Emekçi Vajinalılar Günü

Evet, beklentileri karşılayıp bugüne özel bir şeyler yazacağım tabi ki. Pek hoşunuza gitmeyeceği kesin. Kadınları vajina olarak gördüğümü düşünebilirsiniz başlıktan, evet doğru. Çünkü bu sıralar sadece vajinasına güvenip ortalıkta dolaşan tipler çoğunlukta. Genelde rastlaşıyoruz da. Kadınlığın sırrını çözememiş tipler, kitap okumayı, müzik dinlemeyi, sanatla ilgilenmeyi, yürümeyi, güneşte terlemeyi, ayazda üşümeyi bilmeyen tipler. Hiç bir düşünceye, görüşe, fikre sahip olmamış, popüler olanın peşinde koşan, kadın olup kadının toplumdaki yerini kirleten tipler. Çıplak ayak basmamış hiç toprağa, biri görür diye salıncakta sallanmamış doyasıya, hiç mahalle bakkalına girmemiş mesela, süslenip-püslenip zamanın en popüler alışveriş merkezlerinde almış soluğu hep. İnsanlarla birlik olup bir davanın peşine düşmemiş, bir kere bile haykırmamış ''özgürlük'' diye. Kendini, dolayısıyla toplumu çürüten, ahlaksızlaştıran, tek tipleştiren, omurgasız tipler.. Geçmişini tanımazlar, söylenene inanırlar genelde, sorgulamak soru sormak akıllarından geçmez, çünkü bir önemi yoktur onlar için. Dolgun bir cüzdan, gösterişli bir araba tanrıları olabilir her an. Tartışarak, konuşarak, bir şeyleri savunup karşısında durarak bir şeyler elde ettikleri nadirdir. Bırakın kadın haklarını, insan haklarından bile bir haber olduklarına iddiaya girebilirim. Bir erkeği vajinasına bağlayıp sürükleyebileceğini düşünürler genelde ve erkekler buna çoğunlukla izin verir. Hiç bir farklı özelliğinden ötürü ilgi çekmeyi başaramayan, ayna karşısından ayrılmayan, gülmesini, konuşmasını, ağlamasını bile bilmeyen emekçi vajinalılar. Bu kadınlar gününü size bahşediyorum. Güneş gözlüklerinizi çıkarın. Dünyayı renkli görmeye, renklendirmeye çalışın. Ve tabi ki erkek tarafı; hemcinslerimden memnun olmadığım içindir ki, diyecek hiç bir şeyim yok.. her bokun üzerine konacak bir sinek mutlaka vardır.

26 Şubat 2012 Pazar

cinsel organ gerginliği

Dünyada yaşayan her insanın cinsel organı vardır. Bunun sorun olduğunu düşünen kesime hitabım.. Asıl sorun, o organın ismini duyduklarında ve diğer şeyler karşısında duydukları gerginliğin seviyesinde.. Hiç düzüşmeyeceklermiş gibi yapmaları da cabası. Daha bebekken başladı insanoğlu cinsel organıyla oynamaya. Freud babamızda tescilledi, her insanın hayatının bir döneminde cinsel organıyla sürekli oynamıştır diye. Bazılarında bu dönem çok uzun sürebiliyor.. Bazılarında ise hiç bitmiyor... İşte bu tipler için hayat çok zor, hiç bıkmadan devam edenler ve hiç düzüşmeyecekmiş gibi davrananlar. Hiç bir şeyi tadında yaşama şansları olmayacak.. Bir ufak öpücüğü bile.. Bazıları ölümü merak eder, işte size ölümü anlatabileceklerin listesinden iki örnek. ve tabi ki ölümler cıplakkk gelirrrrrrrr =))

24 Şubat 2012 Cuma

papatya

sıradan bir akşamdı. bir kaç eski dosta şarap içmeye davetliydim. Tam olarak nereye gideceğimi bilmiyordum. Genelde bilmezdim zaten. Aracımda yoktu. Şehir içi otobüsler tek tercihimdi. Otobüs şoförlerinin çoğunda kiralık katil tipi vardı. Bir şey sormak için bi kaç kez düşünmeliydiniz. Her an sizi suçlu çıkarıp oracıkta bitirebilirlerdi işinizi. Bir kaç kez otobüse bindiği duraktan geçeceğimizi anlamıştım. Tarifi zor bir karın ağrısı saplandı. Tam durağa girdiğimizde sona erdi, çok kısa ama acı veren bir ağrıydı. Kafasını öne eğmiş sırtında kemanı oturuyordu öylece. Hiç bir insana tahammül edemediğim zamanlardır otobüs yolculukları. Ne kadar kısa sürerse o kadar az ölürdüm, ve günüm daha iyi geçebilirdi bu sayede. Otobüsten hemen indim ve yanına oturdum. Bunun, bir çok orgazmdan daha zevkli olduğunu kanıtlayabilirdim kadınlara. Kafasını iki saniye sonra çevirdi ve ne zaman o harikulade gözleri görebilicem sorusuna cevaptı bu. Bir süre oturduk, onunla konuşmak çok zordu. Alımlı bir ifadesi olduğundan dikkatim sürekli dağılıyordu. Elimde bir demet papatya olsun istedim o an. Hiç bir şey söylemeden, papatyaları yanına bırakıp gitmek :) Birlikte tekrar otobüse bindik ve gideceğim yere bıraktı beni. O gece elimdeki şarabı tek başıma içtim. En sevdiğim müzikleri dinledim. Ne zamana kadar devam edebileceğini düşündüm bu şekilde, ve hiç alışık olmadığımı. Gözleriyle kaşları arasındaki boşlukla ilgili fantazilerimde cabası. daha cazip sürprizlere..

19 Şubat 2012 Pazar

- 19 -

ya çok sevdiler, ya hiç sevmediler beni, ortası olmadı. düşündüm de ortası olmasını istemezdim. samimiyetsiz gelirdi bana. Birilerinin beni idareten sevmesi rahatsız ederdi. Bu yüzden bulunduğum yerlerden gidişim usul usul ve sessizce. Ve ortada daha büyük bir sevgi varsa da giderdim. İki çift özlemişse birbirini mesela, ya da bir anne çocuğuyla birlikte vakit geçiriyorsa. Ve en önemlisi, birileri daha güçlü sevebiliyorsa senin sevdiklerini, hafifçe sandalyeni geri çekip, kimseye bir şey söylemeden, usul usul uzaklaşmalı o ortamdan.

8 Şubat 2012 Çarşamba

- 18 -

Saatler içinde her şey değişebilir. Aklınıza ne getirebilirseniz.. Havanın sıcaklığı, keyfiniz, duygularınız, tepkileriniz, seçimleriniz, akıl sağlığınız ve kadınınız. Hiç bir zaman bilemedik, bir sonraki anın neler getirebileceğini. Ama çoğumuz tahmin etmişizdir bunu; 1 saat sonraki sınavın kötü geçeceğini mesela, bir konuşmanın nereye varabileceğini çoğu zaman, bir adamın yakın zamanda ölebileceğini de tahmin edebiliriz.. Hatta bir adamın/kadının sizi terk edebileceğini. Yapacak hiç bir şeyin kalmadığı o anları yaşamak zorunda kalırsınız. Fayda getirmez çabalarınız. Dünyanın en güzel tek taşını alın ona, bütün o şaşalı çiçeklerden yollayın evine, onun adına bir şiir kitabı bile çıkarsanız bazı şeyler için çok geç olduğunun farkındasınızdır. Paranoyalar aktiftir düşüncelerinizde. Yeyip bitirir sizi. En ünlü senaristlere bakın, en ünlü filmlerini en kötü zamanlarında yazmışlardır. Bir düşün, hırsın tuzağına yakalanmışsınızdır çoktan. Sizi savaş kadar çabuk öldürmeyecek bir düşün. En azından bedensel olarak çabuk ölmeyeceğiniz.. Ruhunuzu yitirebilirsiniz. Her türlü kötü alışkanlığı deneyin kurtulamazsınız, aksine daha dibe batmak için bir yoldur şarap ve sigara. Bir süre kendinizi avuttuğunuz tepkiler alırsınız ama nafile. Son bellidir. Karşınızdaki insanın zaaflarınızdan faydalanıp bir süre daha devam ettirebilirsiniz, 2 hafta 2 ay ya da 5 yıl. Bir gün mutlaka sizi öldürecek bir konuşmayla karşı karşıya kalacaksınız. Yaşlı, hasta ve ölüme çok yakın bir insan olarak bulduğunuzda kendinizi, ölecek bir şeyinizin kalmadığını fark edersiniz. Tüm hayatınızı paranoyaların üzerine kurulmuş bir ilişki için harcamışsınızdır. O insandan tamamen vazgeçip, onu kendi haline bırakıp, kendi duygularıyla yaşamasını istediğiniz ve yeni bir insana aşık olmayı düşünmek artık çok geçtir. Hiç bir ikili ilişkiyi tek taraflı aşkla mutluluğa götüremezsiniz. Ya hiç olmayacak, ya da iki tarafta birbirini aynı derecede olmasa da sevecek. Bütün o etrafınızdaki aşkları düşünün, birbirlerinden daha iyisini bulamayacaklarını düşündüklerinden ya da birbirlerinin hayatlarına duydukları saygıdan ölüme bu kadar uzaklar. Kendinize saygılı olmayı deneyin. Bunun için çok güçlü ve bazen sert kararlar almanız gerekebilir ama yapın. Sadece hissettiklerinizi yaşamaya yaşattırmaya çalışın. Sıradan bir insanın duygularıyla hayatınıza yön vermeyin. Gün gelir o sıradan insanın duyguları sizi öldürebilir, en azından ruhen :)

29 Ocak 2012 Pazar

- 17 -

Telefon çaldı. Arayan Gamzeydi.. Onunla belediye tiyatrosunda, oyun sırasında verilen 15 dakikalık arada tanışmıştık. 24 yaşında, kumral, biçimli bir vücudu, güzel bacakları, 1.70 boylarında, kahkahası gösterişli bir kadındı. Saçları hafif dalgalı ve uzundu. Yeni moda ince sigaralardan içiyordu. O akşam evine gitmiştik. Yarım şişe şarap ve giderken aldığımız 2'şer şişe biramız vardı. Evi cadde üzerinde 8 katlı bir binanın zemin katıydı. En azından alt kattan şikayet alma korkusu yoktu... O gece eve dönemeyecek kadar sarhoştum. Orada uyumuştum. Sabah kalktığımızda onu kahvaltıya davet etmiştim. Sonra bir daha görüşmedik. Telefonda evime yakın bir yerde işi olduğunu ve bana uğrayabileceğini söyledi. Olur dedim. Yaklaşık 2 saat sonra evimin yol tarifini almak için aradı. Girer girmez ot istermisin dedi. Olur dedim. Genelde kadınların hiç bir isteğini kıramıyordum. Hayır deme hastalığının dişilere özel olanıydı benimkisi. Kısa bir etek. omuzları açık yarım bluz, topuklu ayakkabılar ve hafif bir makyajı vardı. Bu hastalığımı biliyormuşcasına ayakkabılarını çıkarmadan tam yanıma oturdu.. Şarap getirmişti, kaliteli değildi ama içilebilirdi. Bardaklara doldurup birer yudum aldık. Başını bana doğru çevirdi ve öpüştük bir süre. Öpüşmek düzüşmekten daha özeldi. Bu yüzden sevgililerimin bir erkekle öpüşmesine tahammül edemezdim. Onlarla düzüşmelerini tercih ederdim. Gece çok gençti henüz ve her şeyi orada bitirme düşüncesi beni hayattan soğutuyordu. biraz uzaklaştım ve güzel bir sohbete koyulduk. cocoraise ve mabel matiz dinliyorduk. Birileri saati biz farkında olmadan ileri alıyordu sanki. Hayattan, evlilikten, geceden ve sabah kahvaltısından, kitaplardan, yeni nesil çocuklardan, iş hayatından ve seksten konuştuk. Gece giderek yaşlanıyordu. Gece yarısını çoktan geçmiştik. Yeterince sohbet etmedikmi diye sordu. Ettik dedim. Dolaptaki biralarda bitmişti artık. Bazı şeyler elinde değildir. Dünya biz bir şeyleri tüketelim diye dönüyor diye düşündüm ve gecenin tadını çıkarmaya karar verdim. Sabah kahvaltıya gittik yine. Ben kaşarlı tost ve kahve söyledim, o ise simit ve çay istedi. Garson kız siparişlerimizi getirdi. Hiç konuşmadan devam ettik yemeye. Kahvaltı bitince sigara içmek için dışarıya çıktık. Sigarasından bir nefes çektikten sonra '' ha sahi dün gece seviştik mi biz?'' diye sordu. ''deliler gibi'' dedim, şaşkın bir gülümsemeyle.. Pek ikna olmuşa benzemiyordu, sigarasını sömürmeye devam etti. ''Kasıklarım fena ağrıyor, sanırım beni fena düzmüşsun'' dedi oradan çıkarken. Onu bir daha görmemeye karar verdim..

28 Ocak 2012 Cumartesi

- 16 -

Çıplaklığı sevmiyorum. Diz üstünde bir etekle salınarak yürüyen kadın, çıplak bir kadından daha çekici gözüküyor. seksi de sevmiyorum. öpüşmenin tadını vermiyor. Yemek yemek? eh işte. uyumak zaten sakıncalı. Hastalıklı ve kötümser bir hayat yaşıyorum. Herkes birbirini beceriyor, hemde arkadan. Para ve mevki bütün insanların maskelerini düşürüyor. daha fazla para, daha fazla ilgi, daha fazla övgü, daha fazla hayat, hepsi bu. Bir anda değişiverir her şey. Bütün o muhtaç olduğun zamanları, yanında olan insanları, iyi olduğunu duymak isteyen insanları öldürürsün bilmeden. Para suyunu çekiyordu kısa sürede. Bahis oynadığım miktar her geçen gün düşüyordu. İlk günler 20TL 2 hafta sonra 15TL 1 hafta sonra 10 ve diğer günler 2 TL... 10 tanesi 3 lira olan tavuk budgetler her öğünümü süslemeye başlamıştı. En kaliteli üzüm şarabıyla, litresi 4 lira olan sulu bira arasında sarhoş olma zamanı bakımından çok fazla fark vardı. Hayat güzelleşiyordu.. Hiç bir kadın ilgi göstermiyordu param olmayınca. Dırdır yoktu. güzel sözler söylemek zorunda değildim. Sürekli, ''haklısın sevgilim'', ''çok doğru hayatım'', ''harika düşünmüşsün bebeğim'' demek zorunda da değildim. Evde vakit geçiriyordum, zamanın bir an önce geçip tekrar çalışmaya başlayacağım ve şarap içebileceğim günü bekliyordum üzüntüyle. okulla, işle, sosyal medya ve televizyonla ilgilenecek kadar zamanım vardı. kitap okuyor ve alt yazılı diziler izliyordum. Hava aydınlıkken vakit çok çabuk geçiyordu. öğle saatlerinde uyanmamın bunda büyük etkisi vardı. Geceler daha zordu. uyumak korkutuyordu. Geceyi kaçırmak istemiyordum. Her gün, gün doğumuna yakın saatlerde uyuyor, 7-8 saatlik uykuyla yetiniyordum. Arada güzel kadınlarda ziyaret etmiyor değildi ama onlara kötü davrandığımdan ziyaretler giderek seyrekleşti. ''Mantıklı bir şeylerden bahsetmeyeceksen buradan hemen git'' derdim onlara. Hemen giderlerdi, mantıklı bir şeyleri yoktu anlatacak. Ne güzel filmlerden haberdarlardı ne de John Fante'den. Oysa onlarca defa Bukowski sözleri paylaşmışlardı sosyal medyada. Tanrıylada araları iyi değildi anlaşılan.. Güzel günler çabuk geçiyordu. Gözümü açıp kapayıncaya kadar bitti o sefil günlerim. Daha çok para, daha çok kadın, daha çok övgü ve daha fazla aptal insan vardı artık.