28 Aralık 2014 Pazar

-29-

Bugün Pazar. çalışma hayatımın en zor günü. Sahadan çıkıp, oğluna, kapalı, rüzgar bile almayan sahada üşüyecek diye zorla tayt giydiren anneyi fırçaladıktan sonra, duşa girdim. Pazar antrenman duşu için hazırladığım 5 şarkılık listeyi başlattım. Soyundum ve duşa girdim. Sıcak suyu açtım ve vücudumdan akıp gidişini izledim ilk şarkıda. İkinci şarkı biraz daha hareketliydi. Eşlik ettim vücudumu yıkarken. Üçüncü şarkı başladığında tekrar suyun altındaydım ve bu sefer beyaz köpüklerin parmak uçlarıma inip kaybolmasını takip ediyordum. Listenin sonuna kadar devam ettim buna. Kurulanıp ıslak havluyu belime doladım. Bir sigara yaktım. Keyif yapmaya yeni başlamıştım ki telefonum çaldı. Telefonumun gelen aramalar için çalan müziği de hiç fena değildi. Uzun zamandır şarkıyı sonuna kadar dinlemediğimi fark ettim. Cevap vermeyip müziği dinledim. İlk defa ısrarla telefonumu çaldıran insanlara kızmamıştım. Bazı şeyleri düşünemiyorlardı. İlk üç çalıştan sonra telefonu açmıyorsa karşı taraf ısrar etmenin ikinci defa hatta üçüncü defa aramanın anlamı yoktu. Cevap alamadıklarında akıllarından ne geçiriyorlardı bu kadar ısrarlı arayacak merak ediyordum. Eğer cevap alamadıysan tekrar aramanın bir anlamı yoktu. Müsait değildir, görünce arayacaktır ya da seninle konuşmak istemiyordur. Ama o an mutluydum, Üçüncü defa uzun süredir sonuna kadar dinlemediğim bir şarkıyı dinlememe sebep olmuştu. Arayıp teşekkür etmeyi düşündüm ama gereksiz biriydi. Geri dönmedim. Üzerime bir şeyler giyip kendimi sokağa attım. Yorgunluğumu atacak bir yerler bulmalıydım. Otobüse binip menüsünde iyi yemek ve içki olan bir mekana gittim. İyiydi. Kalabalıktı ama iyiydi. Uzun süre oturdum. Yağmur almayan bir yerleri ve renkli koltukları vardı. İnsanlar kalburüstü, garsonlar oldukça havalıydı. Önümdeki karikatür dergisine göz attım. Eskisi kadar iyi eleştiremiyorlardı. Hava kararmıştı. Gecelerin uzun olduğu bir dönemdeydik ve bu en sevdiğim günlerdi.

Eski bir arkadaşım bir kitapçıda işe girmişti. Onun yanına uğrayıp kendime bir şeyler katacak bir kaç kitap bulabilirim diye geçirdim içimden. Bize bir şeyler katmasını beklediğimiz insanlar azalıyordu her geçen gün. Kitaplar çareydi. İyi bir kitaba başladığımda yerde para bulmuş kadar seviniyordum. Yürüyerek ulaştım şehrin sahaf ve kitap merkezine. Yağmur başlamıştı ama paltomun kafama geçirebileceğim bir eklentisi vardı. Uzun sohbet, gülüşmeler ve kahve sonrası kendimi kitapların arasına attım. Rafların arasında uzun süre gezindim. Bir kaç kitap iyi görünüyordu. Felsefe ve tarih. Topladım onları. Hiç bir konuda para mevzusunu konuşmazken kitap alırken neden pazarlık yapıyor olduğumu hala çözememiştim. Ucuza kapatmıştım. Bir kahve daha içip vedalaştım. Güzeldi. Durağa yürüdüm uzak değildi. Otobüse bindim ve biraz kestirmek için boş bir yer buldum. Orta yaşlı bakımlı bir kadının yanına oturdum. Çantamı bacaklarımın arasına sıkıştırıp kafamı cama yasladım. Neredeyse bir kaç durak sonra, kadın omzumu dürterek beni uyandırdı. İnmesi gerekiyordu. Bu kadar yorgun olduğumu düşünmemiştim. Eve vardığımda yatağım diğer her şeyden daha çekici gelmişti. Uzandım, elime bitiremediğim bir kitap alıp. Her zaman ki gibi kitabım kucağımda uyandım. Yorgunluğu hiç bir şey telafi edemiyordu, iyi bir duş ve uyku dışında.

Bugün sahada 7 yaşında bir çocuğa beni dinlemediği için kızmıştım. Çocuklar hiç bir şekilde kızılacak ya da şiddet gösterilecek varlıklar değildi. Çoğu neyi neden yaptığının bile farkında değilken. Tek amaçları biraz daha iyi vakit geçirmek ve eğlenmekti. Bense ona kızarken eğlenebileceği beş-altı dakikasını elinden almıştım. Onun iyiliği yada eğitimi açısından, yaptığımın gerekli olduğunu savunmam saçmaydı. O bir çocuktu ve en iyi yaptığı şey gülmekti. Hiç bir şeyi sorun etmeden sadece gülmek. Kendimi nasıl iyi biri sayabilirdim. Nasıl uyuyacaktım..

18 Aralık 2014 Perşembe

-27-

Asla gündüz yazamazdım, Kaldırımda çıplak yürüyormuş hissi verirdi bana. Ama gece öyle değildi. İstediğin gibi gizlenebilirdin. sözcüklerin arasına istediğini saklayabilirdin geceleri. Sıradan bir yazarın yirmi sayfada anlatamadığı duygu, gerçeklik ve tutkuyu bir kaç satırda halledebiliyordum geceleri. En nadir hissedilen duygularlaydı işim. Bir insanın, diğer bir insanda nadiren rastladığı duygular. Gerçeklik gibi, yaşam ya da tutku gibi. 
Bundan üç ya da dört ay önceydi. Barda sırtım sahneye dönük otururken, bir kadın şarkı arasında sahneye çıkıp, büyük ihtimalle birlikte olduğu adama '' seni seviyorum'' diye bağırmıştı. O gece sadece o an sahneye bakmıştım. Kadının gözlerini, vücut dilini, ses tonunun nasıl değiştiğini görmüştüm. Gerçekten seviyordu. 

İnsanlar nadir girebiliyorlardı bu duygunun içine. Yazarlar için durum oldukça zordu. Yazılan kitapların büyük çoğunluğu aşk üzerineydi zaten fakat aralarında başarılı olanların sayısı hissedilen gerçek sevginin sayısıyla aynıydı neredeyse. 
Modern toplumda, cebindeki söküğü dikecek bir kadın bulamazdın. İşe giderler, eve dönerler, biraz içki içip sohbet ederler, arada sevişirler ve bu döngü bir tuzağa düşene kadar devam eder. En azından hayatının bir kaç yılını çalan bir tuzak. Gerçeklikten uzak bir sevgi insanların hayatlarını cehenneme çevirebilirdi. 
Bu sahteliğin bir çok sebebi vardı. Güzellikti en başta gelen. Aslında güzellik diye bir şey yoktu. Özellikle insan yüzünde. Güzel gözler, iyi yerleşmiş ve kıvrımlı bir ağız, uzun saçlar, uyumlu bir burun. Genellemelerden oluşmuş bir tuzaktı bu. Gerçek güzellik tabi ki insanın içinde yatar. Davranışlarına, fikirlerine, ağzından çıkan sözlere, tepkilerine şekil verir gerçek güzellik. Eğer yazılacaksa, önce bu keşif tamamlanmalıdır. Gerçek güzelliğin tadına bakmadan yazılan her yazı, şiir, yapılan her beste sahtedir. En büyük yazarlara bakın. En iyi eserlerini en uç noktalarında yazmışlardır. En tutkulu sevişmelerinde, ya da kanserden ölmek üzereyken. 
Bir çok kadın harikulade bir yüzüm olduğunu söylemiştir. Halbuki benim yüzüme bakmak bir tas çorbaya bakmaktan farksızdı.





Bugün

Eskisi gibi değildi ses tonu. İlgisi azalmıştı. Kapattım telefonu. Yürümeye başladım. Aklını kurcalayan başka şeyler olduğunu düşündüm. Algım kuvvetliydi. En çok buna emindim. Karşımdaki insanın ne hissettiğini fark edebiliyordum. Kulaklığımı taktım. Uzun bir yürüme mesafesi vardı. Neredeyse iki saate yakın. Günlerden çarşambaydı. Yeterince sıkıcı bir günün sonunu, düşünerek geçirmek istiyordum. Hava kararmak üzereydi. Yağmur bulutları şehri ıslatıp ıslatmama konusunda aralarında tartışıyorlardı hala. Yağmuru severdim. Uzun paltomun fermuarını çektim boynuma kadar. Müziğin ritmi yürüme hızımı belirliyordu. Çok hızlı müzikler dinlemezdim. Keman, gitar, piyano yeterliydi iyi bir ritim için.
Telaş; etrafa baktığımda tek gördüğüm buydu. Bir çok insan üzerilerine yapışmış yorgunluk hissinden kurtulamıyorlardı. Hayat çok hızlı ve acele akıyordu. Bir çok iş sektöründe insanın kendine ayıracak zamanı çok azdı. Yorgun değillerse akşamları, genelde hafta sonunu kendilerine ayırırlardı.
Şehrin en kalabalık, en eski caddesine doğru yürüyordum. Cadde tek yönlüydü. Bir tarafında insanların midesi, bir tarafta kıyafetleri için para harcayacakları yerler vardı. Caddeye girmeden önce bankamatiğe uğrayıp özel derslerden yatmış paranın tamamını çektim. İki gün sonra tekrar maaş alacaktım ve bu parayı harcamak için oldukça fazla mekan gezmem gerekiyordu. Caddenin kalabalıklığı korkutmuştu. Şehrin en eski mahallesine daldım. Burada barlar oldukça kalabalıktı. Kalabalığı oluşturan orta sınıftı genelde. Yaş ortalaması hiç bir zaman kırkı geçmezdi. Daha önce hiç uğramadığım bir mekana girdim ve bara oturdum. Saat henüz akşam yemeğini gösterdiğinden kalabalık değildi. Yiyeceğim akşam yemeğine, midemde eşlik edecek soda-viskiyi söylemek için barmene bakmaya başladım. Umurunda değildim. Bunu hemen hissederdim. Görmeme, konuşmama bile gerek yoktu. Barın diğer ucundaki garson kızlarla gülüşüyordu. Önümdeki kül tablasını kaldırdım ve kafamın hizasından bara bıraktım. Gülüşmeler durdu, ne olduğunu bile anlamadan yanıma geldi barmen. Konuşmasına izin vermedim. Soda-viski dedim. Cebimden bir yirmilik çıkarıp koydum masaya. Neredeyse on saniye sonra geldi içkim. Dipledim ve tabureden kalktım.
Umursanmadığımı hissettiğim anda usul usul unuttururdum kendimi genelde. Bu sefer biraz gürültü çıkarmıştım.
İnsanların ilgileri genelde kolay ulaşabileceklerine yönelir. Basit olana. Uğraşılması en  kolay olanla ilgilenirler. Kavrayamadıkları şey, bu tarz ilgilerin çok kolay eridiği. Elde ettikten, ilgilendikleri şeyin ilgisini kazandıktan hemen sonra bu ilgilerini kaybederlerdi. Sahip olma hissi, ilgiyi ve isteği yok ediyordu. İnsanlar bunu aşmak için birbirlerine küçük oyunlar oynuyordu genelde. Nefret ederdim bunlardan, Ne hissediyorsa söylemeliydi insanlar. Kaybetme korkusu olmadan.
Yemek yemek için bir yer aradım kendime. Sokakların daraldığı, sıklaştığı sıralarda kalabalığa ulaştım. Taştan evler, insanların eğlence yerlerine dönüşmüştü. Bir balıkçıya girdim ve beynimin kıvrımlarını arttırmak için iki porsiyon söyledim. Canlı müzik hazırlıkları vardı ve erken saatte buna maruz kalmak istemiyordum. Kulağımdaki müzik yeterince iyiydi. Balığımı yedim ve kalktım hemen oradan. Paltomun cebinde tek bir sigara vardı. Tam çıkarıp yakmak üzereyken telefonum çaldı. Sadece birinin aramadığından emindim fakat bu sefer hiç beklemediğim bir telefondu bu. Beni görmüş olabileceği hissi korkuttu birden. Telefonu açtım,
- Seni buralarda görürmüydük Anıl bey, dedi
Kadınların erkekleri çiğneyip, tükürmek gibi kendilerine özgü bir tarzı vardı. Etrafıma baktım, Beynimi çıkarıp bir tarafa koyduğum zaman, karşımdaki kesinlikle bugüne kadar gördüğüm en güzel kadındı. Biçimli bir vücudu, uzun kıvırcık saçları, estetik uzmanlarının örnek aldığı bir yüzü, alımlı tavırları ve olanca seksiliğiyle bana doğru yürüyordu. Hemen beynimi yerine koydum ve beni öpmesine izin verdim.
-nereye böyle yalnız, dedi
-biraz takılıcam dedim.
-arkadaşlarımlayım ama onları satabilirim, dedi
-gerek yok, dedim
-o zaman sen bize katıl, dedi.
- yalnız kalsam daha iyi olur, dedim
Bundan yaklaşık dört-beş ay önce uzun bir gecenin sonunda tanışmıştık. Bi kaç şiir okumuştum sahnede ve bana sıcak şarap göndermişti. Bir erkeği penisinden tavana bağlayıp, sallandırabilirdi. İlk gördüğümde böyle düşünmüştüm. Bana acımıştı o gece. Sohbet ve sıcak şarap bastırmıştı güdülerini.
-sohbet etmeyeli çok uzun zaman oldu görüşelim en kısa zamanda, dedi.
-olur, dedim.
Yeterince güzel kadınla birlikte olmuştum. İyi bir şeyler katmıyorlardı bana. Aksine benden bir şeyler götürüyorlardı sürekli. Güzel ve ilgi odağı olduğunu fark eden kadınlar genelde beyinlerini bir kenara bırakıyorlardı. İstisnalar çıkıyordu arada tabi ki..

İş arkadaşımın çaldığı mekana yürümeye başladım. Bahçede kurulu bir odun sobası, üzerinde çizilmiş kestaneler, sıcak şarap kokusu, sahnede tek gitar. Yağmur bulutları çekilmişti şehrin üzerinden, en azından yer yer gökyüzü görülebiliyordu. Şehrin ışıkları aydınlatıyordu gökyüzünü. Yıldızları görmek olanaksızdı bu yüzden. Oturdum sıcak şarap ve kestane aldım kendime. Şarap bardağımı sahneye selamlattım. şarkı bitiminde ikinci sefer aynı soruyu duyuyordum.
-Seni buralarda görürmüydük Anıl Hocam?
Bardağımı tekrar selamlattım sahneye. Çarşamba akşamlarına bayılırdım. Sessiz ve kimsesiz ilerlerdi zaman. Bütün gece tek başıma oturdum sahne araları haricinde. Benim dışımda 5 masa vardı. Çok fazla düşünme fırsatım olmuştu;
Sevgi bu kadar kolaymıydı? Hiç bir beklentim olmadan nasıl sevebiliyordum bir kadını ? Sonsuza kadar hiç göremeyeceğimi düşündüğümde neden canım acımıyordu hiç ? Her gün görüşeceğimizi düşündüğümde neden fazla gelmiyordu bana ? Bir kadına, nasıl oluyordu da bensiz de mutlu olduğu için yaklaşmıyordum? Daha mutlu olabileceğini gördüğüm halde. Bazı soruların cevaplarını bulmak zamanla ilgilidir.
Mavi Kuş ile Küçük Kız çaldı, en yakınımdaki masada yalnız olduğuna emin olduğum bir kadını dansa kaldırdım. Müdavimlerden biriydi, Beni tanıdı. Şarkı bittiğinde teşekkür ettim ve masama geçtim. Oturur oturmaz elinde şarabıyla masama doğru geldiğini gördüm. İçinde edebiyat, sinema ve insanların geçtiği soluksuz uzun bir sohbete koyulduk. Sanırım yelkovan masaya oturduğumuz anki yerine tekrar gelmişti ki, sahneden bir ses kulağımda patladı.
-Anıl hocam acil tuvalete gitmem gerek yerime bakar mısın ?
-Memnuniyetle dedim.
Tek gitarla çalınabilecek en güzel şarkıydı belkide...


Gitar sıcak, sesim berbattı. Kaç bardak içtiğimi hatırlayacak kadar iyi durumdaydım ama sahneden inerken tökezledim. Ön masadaki çift yakaladı beni. Masama oturdum. Kalan kestaneleri nazikçe soydum. Bir şarap daha aldım kendime. Gece yaklaşıyordu. Soluksuz sohbete devam ettik. Bu sefer siyasetten, ve toplumun geç kalan tepkilerinden konuştuk. Isınmak için sobaya doğru birer sandalye çektik. Kestanelerle ilgilenmek bize kalmıştı mekan yavaş yavaş boşalırken. Sahnede boştu artık. Çıkıp bir şiir okudum.


hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.

ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.

17 Aralık 2014 Çarşamba

-26-

iki ya da üç sene öncesiydi. Okuldan sonra çalışmıyorsam eğer en sevdiğim mekana giderdim. Genelde turist ziyaretçileri olan bir yerdi fakat o gün cuma olduğu için canlı müzik ve öğrenciler oldukça sıkıydı. Tek başıma gezerdim. Cebimde fazla para olmadığı için dördüncü biradan sonrası için bir mucize gerekliydi.

Oturdum. Tanıdığım bir çok insan vardı. kafamı kaldırmamayı tercih ettim. Siparişimi vermeden yakalanmıştım ama. Kendimi bir katil gibi hissettim ve geceyi başka bir masada sanki hapisteymiş gibi geçirecektim. Aynı zamanda iş arkadaşım olan yetenek sahnede gitarıyla bir şeyler mırıldanıyordu. Bir futbol eğitmeninin akşamları bir barda sahneye çıktığı pek görülmemiştir fakat o akşam orada olan insanlar şanslıydı. Bundan 2 tane göreceklerdi...
Masada yedi ya da sekiz kişi vardı ben hariç. Ben masaya oturduktan sonra kendi aralarındaki sohbeti kesip bana dönmüşlerdi. Futboldan hayattan dergiden okuldan şarkılardan konuştuk. Her şeyi konuşabilirdim insanlarla fakat, uzmanlık gerektiren bir alanda sıradan insanların ahkam kesmesi beni delirtirdi. Futbolun neresinde olduklarını umursamadan işin tekniğine bilimine müdahale eden bir kaç ahmak adamı fırçaladıktan sonra, sahne arasında yanımıza katılan iş arkadaşımla dertleştik. Dördüncü biramı söylemiştim ve cebimde ertesi gün işe gidebilmek için para kalmıştı sadece. Gece çok gençti ve geceyi öldürmek için kesinlikle bir kaç mucize gerekiyordu. Gitarla bir çok tecrübem olmuştu. Lise yıllarında özellikle. Sonraları bıkmıştım gitardan. Sesim neredeyse berbattı çünkü.
Kahkaha boldu masada ve biram bitmişti, saat henüz gece yarısı bile olmadan. Bir sigara yaktım ve bitince kalkmam gerektiğini söyledim. Yanımda oturan çift bu konuda beni destekledi. Onların eminim yapacak daha eğlenceli şeyleri vardı.. Ben ise yarım saatlik eve yürüyüş yolunda müzik dinleyebilecektim sadece. Masada beni çok eskiden beri tanıyan bir kadın. bir şarkı söyle öyle git dedi. Masadakiler bunun iyi bir fikir olduğunu sanıyorlardı ama ben çok şüpheliydim. Sert bir şekilde reddettim ve sigaramdan bir nefes daha çektim. Bu sırada sahne ikinci arasını verdi. Sahneden ismimi haykıran biri vardı. Bu kalkmam için harika bir an diye düşündüm ve masadakilere iyi eğlenceler dileyip kalktım. Sahneye yaklaştım ve iş arkadaşıma yarın görüşürüz dedim kısık bir sesle

- Gidemezsin, dedi.
-Gitmeliyim dedim.
Mikrofona eğilip;
- Aramızda iş arkadaşım Anıl Hoca var ve gitarı çok iyidir, Bizimle bir şeyler paylaşmadan gitmesine izin vermedim, dedi.
O konuşmaya başladığı anda sonumun geldiğini hissedip usul usul kapıya yönelmiştim ki kadının biri kavradı kolumdan beni.
-Lütfen kal. daha çok erken, dedi.
Masada ki iki erkek, tribündeki gibi aynen tribündeki gibi ''Anıl Hoca sayahaya'' diye bağırıyorlardı.
Kolumu bu sırada hiç bırakmayan ve her geçen dakika daha sıkı tutmaya çalışan kadın sahneye çıkmam için oldukça iyi bir teklif sundu.
- Şarkını söyle ve masada kal. İçkilerin benden dedi.
Bu oldukça makul bir teklifti. Kolumu bırakıp elime yapışarak, sahneye götürdü beni.  Tek başına olmayı seviyordum fakat, insanlar bana bakarken değil. Oturdum gitarı aldım elime ve tellerine dokundum. Sıcaktı. Soğuk bir gitarla çalamazdım. Daha önce tutkulu bir sevişmeden geçmemiş kadınlarla sevişemediğim gibi.  Bir tane bira getirdi garson sehpaya koydu.
Bi kaç yudum aldım. O an sessizlik kulaklarımı acıtmaya başladı.



Teşekkür etmeden kalktım. Nihayet sessizlik sağır etmeden bir kaç alkış ve çığlık sesi duymuştum. Samimiyetsizdi. Biramı alıp kalktım. Yolda yakaladı beni dört dakika önce elimi tutan kadın ve tekrarladı. Biramı yudumladım ve masaya oturdum. Farklı masada oturan bir kaç eski arkadaş yanıma geldi ve hatırımı sordu. Daha iyi olduğumu söyledim. Elimi hala bırakmıyordu. Bir an bir elim daha olsun istedim. Üçüncü bir el. Harika olurdu. Üçüncü elimi kesip ona bırakabilirdim. Bu kadar samimiyetsizdi elimi tutuşu. Bir işkenceden daha beterdi.
The Kill, çok severdim. Bir daha insanlar içinde söylememeye karar verdim. Sonuçları felaket olabiliyordu. neredeyse bir elimi kaybetmek gibi.

-25-



Uyumadan önce telefonumun sesini muhakkak kapatırdım. Beni aramak isteyen insanların sabahın erken saatlerini tercih etmesi, onların sonu olabiliyordu bazen. Ağır küfürler duyuyorlardı uykumun sonunu getirdikleri için. Tekrar uyuyamazdım, uyandıktan sonra.
Telefonumun sesini açık bırakmıştım.. Bunu en son bana evlenme teklifi eden kadına, neden olamayacağını anlattığım gecenin sonunda yapmıştım. Onun için kötü bir konuşmaydı ve kötü bir şeyler yapmasından korkmuştum. Ölüm ya da benzeri bir şeydir, telefonumun sesini kapatmadan uyumamın sebebi.. En az ölüm kadar tutkulu ve güçlü bir duygu.

Telefonun ucundaydı. Uyumaya çalışıyordu. Ya da uyumuştu. Bildiğim tek şey telefonun açık olduğuydu. Tam bir çılgın gibi, anlatıyordum. Onunla ilgili ne fark ettiysem. Hiç durmadan konuşuyor ve bilgisayarımın ekranına bakıyordum.. Sanırım yedi yada sekizinci dakikadan sonra tepkiler kesildi. Ben konuşmaya devam ediyordum. Bir sigara yaktım. Keyifliydim. Viskimden bir yudum aldım ve devam ettim;

Canlıydı. Ortalama kadınlardaki yapaylıktan eser yoktu. Yaşıyordu. Hissediyordu. Toplumun, kuralların, ahlakın, insanların sebep olduğu tek düzelikten sıyrılmıştı. Oysa herkes herkesleşiyordu sürekli.
Yetenekliydi. Özellikle hayata karşı. eğlenmeyi, kendini nasıl mutlu etmesi gerektiğini biliyordu.
ona uzun süre baktığımda, '' dondurmasını yere düşürmüş bir çocuğun, annesinden yeniden dondurma isterken ki yüzünü'' görüyordum.

Pırıltılı açık buğday teni hiç yüzülmemiş berrak temiz denizleri andırıyordu. Dudakları, daha önce hiç ayak basılmamış kumsalları, doğallık naraları atmıyordu ama saçlarının arasında sanki kimse dolaşmamış gibiydi. Keşfedilmemiş bir fikir gibi karşımdaydı. En ücralarına, en dokunulmamış yanlarına ulaşmak, orada sohbet etmek isteği kanımı donduruyordu.

Sadece düşten ibaretti böyle insanlar. Bozulmuşluk yayılırken aramızda, böyle tipler zor farkediliyordu. Şanslıydım.

Bi kaç melodi mırıldandım ve iyi uykular dedim sessizliğe. Telefonu kapattım yanıma koydum. Sigaramdan bir nefes daha çektim uzun. Viskimi dipledim ve uzandım yatağıma. Pişmandım. Sabaha kadar ona her şeyi anlatabilirdim. Duymaya alıştıklarından ya da beklediklerinden farklı bir şeyler..

Sorgulamayı severdim. Sorgulayacak tek bir şey bulamadım onda gördüklerimde. Telefonumu elime aldım. Bu sefer sesini kapatmadan en yakınıma koydum.. Söyleyecek ne çok şeyim varmış diye geçirdim içimden. Neden böyle hissettiğimi, düşündüm uzun süre.
aşkı, sevgiyi, merhameti, saygıyı, dostluğu düşündüm, bir annenin yavrusuna hissettiklerini düşündüm, bir kardeşin kardeşine hissettiklerini, platonik bir aşkın iki tarafını da düşündüm,
az geliyordu bana, bir şeyler eksik geliyordu.  Bugüne kadar yaşanmış en tutkulu hikayeleri düşündüm. Hiç birine benzemiyordu hissettiklerim. Manasız kalıyordu üstüne üstlük.

Uyumaya çalıştım. Benimle aynı doruklarda birinin nefes alıyor olmasını bilmek, uykumu kaçırıyordu. Vazgeçtim. Bir kaç şarkı listeledim ve dinlemeye başladım. Bir sigara ve bir viski daha hazırladım kendime. Telefonumun sesisin açık olduğundan emin oldum ve gözlerim kapalı devam ettim.



15 Aralık 2014 Pazartesi

-24-

neredeyse iki gecedir hiç uyumuyordum. uykuya değer bir şeyler bulmuştum kendime. keyfim yerindeydi. uykuda daha az keyifli olacağıma emindim. karşımdakiyle kadın-erkek ayrımı yapmadan sadece insan olduğu için konuşmayı seviyordum. bir kadınla konuşurken ses tonum sözcüklerim fikirlerim değişmezdi, bir erkekle konuşurken de. ama karşımda ki insanda bunu sezdiğim anda yok olurdum ortadan.
sabahın ilk ışıklarına kadar yazışıyorduk. hayattan, çalışmaktan, insanlardan ama genelde birbirimizden konuşuyorduk. merak duygusunun insanlığı her alanda bu denli ileriye götürdüğüne inanırdım. İlerliyorduk..

6 yaşındaki öğrencimin bağcıkları çözülmüştü ve koşarak yanıma geldi.
- öğretmenim, bağcıklarımı bağlayabilir misin ? diye sordu gözlerimin içine bakarak.
biraz kafasını karıştırmak için soruyla karşılık verdim;
- bilmem, bağlayabilir miyim? dedim
zeki bir çocuktu çabuk düşünüp karar verebiliyordu. konuşmaktan çekinmezdi. hiç beklemediğim bir cevap verdi;
- kocaman öğretmen olmuşsun bağlarsın herhalde, dedi. sırıtarak.
- bir öpücük verirsen hemen bağlarım, dedim.
-tıraş ol öyle öperim, dedi.

altı yaşındaydı. mat etmişti beni. ben onu öptüm ve bağcıklarını bağladım. Ayağa kalkar kalkmaz yağmurluğumun cebindeki titreşimi hissettim. Beni arayabilecek herkes o an oradaydı. bir kişi dışında. Gülümsedim. su molası verdim ve aradım onu.

işten sonra yanına gittim.
benden önce oturmuş çayını yudumluyordu. uzaktan izledim uzun süre. kapıda müşterileri karşılayan kadına nasıl göründüğümü sordum. konuşan bir kurbağa görmüş gibi bana baktı.
- iyi görünüyorsunuz efendim buyurun, dedi.
ona yalan söylemediğin her gün kendini daha iyi hissedeceğini söyledim. gerçekten de öyleydi.
giydiğim şeylerin sadece temiz olmasına dikkat ederdim. ne modadan, ne tarzdan ne de iyi giyinmekten anlamazdım. eğer bir mağazaya girdiysem muhakkak oradan bir şey alarak çıkardım. Beğenip beğenmemem önemli değildi, oraya girmiştim ve bir şeyler almalıydım. kıyafetlerimin tümünü bu tip alışverişler oluşturuyordu.
masasına gittim. bir insanla ilk karşılaşmamda elini sıkıp sıkmamak konusunda bile tereddüt yaşarken saniyeler içerisinde ona sarılırken buldum kendimi. içimden geçeni, uygulamıştı.
biraz sohbet ettikten sonra gözlerine takıldım;
gözlerinden farklı bir dünyaya açılan bir kapı vardı sanki, yaşadığımız dünyaya benzemeyen. daha yeşil daha güneşli daha berrak. her konuşmaya başladığında o kapıdan içeri giriyor, o harikulade dünyada hayaller kurup kurduğum hayalleri yaşıyordum.
ilk başlarda o hayallerin içinde söylediklerini dinlemek zor gelse de bir kaç dakika sonra alıştım. bir şeyler anlatıyor, susuyor, gözlerinin içinden o dünyaya yolculuk ediyor ve tekrar bir şeyler anlatıyordum.
tek omuzu açık bir parça ve altına siyah bir pantolon ve topuklu ayakkabılar. kahve ve kaşarlı tost söyledim. çay içiyordu.
daha gençken, oradan oraya farklı işlerde koştururken, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma;
-hey, patron her an gelip hepimizi bir çırpıda kovabilir biliyorsunuz değil mi? diye sorardım. ve kocaman bir kahkaha atardım.
köle olduğumuzu, ve sadece yemek, faturalar ve kiramızı ödeyecek kadar para ödediklerini, hiç bir yere kaçamayacağımızı söylerdim. ve canım ne zaman isterse patrona çalışmayacağımı söyler giderdim. onunla otururken bu kadar rahattım. sadece tadını çıkarmak istiyordum zamanın. çok fazla vaktimiz yoktu ve masaya oturup kafamı kaldırdıktan hemen sonra tekrar buluşacağımız günü hesaplamıştım.
denize yakın bir yerde yürüdük. rüzgar ılıktı. çok az insanın sağlığını düşündüğümü fark ettim. eksiklikti bu. en az on defa üşüyüp üşümediğini sordum.
merak, ilerliyorduk..

arkadaşlarının yanına gitmesi gerektiği gerçeği bana gün doğumunu hatırlatıyordu. hiç bitmesini istemediğim bir gece gibiydi. güneşi yakasından tutup daha geç doğması için ikna edebilirdim. denemedim bile. otobüse bindik. şoföre hayatının ılımlılık dersini verdikten sonra arkaya doğru yürüdük. camdan dışarı bakıyordum, o ise yüzünü, dengede kalmak için demiri tuttuğu eline yaslamış bana bakıyordu. bir kaç saat içinde gözlerinden o harikulade dünyaya açılan kapıdan girip ortalama altmış sene süren dört-beş hayatın hayalini kurmuştum. her dakikasını onunla geçirdiğim.
otobüsten indik. biraz yürüdükten sonra ayrılacağımız yere vardık. ilk defa bu kadar uzun bakabildim gözlerine ve sarıldık tekrar.

kulaklığımı takıp yürümeye başladım. sokak ışıklarının az olduğu evlerin arasında kaybolmak istiyordum. başardım.





































14 Aralık 2014 Pazar

-23-

telefon çaldı, yatağın diğer ucundaydı telefon küçük bir yardımla aldım elime telefonu, arayan sevgilimdi,
Bana borçlusun, uzun telefon konuşmalarımızın faturası çok kabarık geldi dedi,
Defalarca, aramaması gerektiğini, her gün telefonda saatlerce konuşmanın önemli bir şey yoksa bi anlamı olmadığını anlatmıştım ona halbuki

-Faturalarını öderim, dedim.
- Hayır, dedi. Bana borçlusun, beni dinlemek zorundasın.
- müsait değilim, dedim. dinlemedi.

- Bir adamla tanıştım neredeyse 2 metre boyunda geniş omuzları var. Bana iyi davranıyor. sürekli memnun olacağım şeyler söylüyor. beni mutlu ediyor, dedi
-evet. dedim.
- dün gece evime çağırdım onu gelirken kaliteli şarap getirmiş, elinde çiçeklerle, neredeyse iki metre boyunda, dedi.
- evet, dedim tekrar.
-ilk kadehimizi içip dans ettik. sonra öpüştük uzun uzun, dedi.
-anlıyorum, dedim.
- bana ne kadar güzel olduğumu, gözlerimi, saçlarımı, dudaklarımı tenimi anlattı , ne kadar güzel olduğumu söyledi, dedi.
- ortalama bir erkek bunları bir çok kadına söyler dedim.
-bu öyle değil, beni çok seviyor dedi.
- evet dedim tekrar.
- deli gibi sevişmeye başladık, kocaman ellerini tenimde gezdirdi çok heycanlıydı, dedi.
- dinlemek zorundamıyım, dedim.
-borçlusun bana dedi,
- tamam dedim
- birlikte uyuduk, sabah uyandığımda bana kahve yaptı dedi.
-anlıyorum dedim tekrar.
- sana aşıktım ama geçti, o cılız bedenini, süslü laflarını istemiyorum artık, dedi
- tamam, dedim

telefonu kapatır kapatmaz tekrar çaldı;

- ayrıca sevişmekten anlamıyorsun, gece yatağa girdiğimizde bana yazdığın saçma hikayeleri okuyorsun, bana bir kere bile çiçek almadın, zenginde değilsin, dedi.
-değilim, dedim.

bu sefer telefonu ben kapattım ve sesini kıstım. kafamı kaldırıp, az önce telefonun sesine uyanan kadının omzundan öptüm ve telefonu yere bıraktım.
- kimdi arayan diye sordu,
yalan söylemeyi 23-24 yaşlarında bırakmıştım.
-sevgilimdi, dedim.
-bana tekrar hikaye okuyacakmısın? diye sordu.
-yazabildiğim sürece evet, dedim.
-harika gülüyorsun, yeni doğmuş bir bebeğin ilk gülümsemesi gibi, dedi.
bu sefer diğer omzundan öptüm, baya yol kat etmem gerekti ama başardım.
kalktım, üzerime bir şeyler giyip dolaptan bir şişe bira açtım. dört ya da beş yudumda yarılamıştım. şişeyi yatak odasına götürüp telefonun yanına bıraktım ve duşa girdim.

bazen hislerimizden emin olamayabiliriz, hatta sıklıkla bunu hissederiz. bazende çok güçlü bir duygu çıkarır bizi yolumuzdan, daha güzel bir şeylere tutunmamız için. şaşalı, süslü gösterişli harikulade şeylerde, kendimize yakışanı arıyoruz sürekli. doğal olana yönelmenin bizi kurtaracağını bildiğimiz halde.

kapıyı çaldı ve seslendi:

- sende fark ettiğim en güzel şey ne biliyor musun ? diye sordu
-nedir? dedim
-evinde televizyon olmayışı, dedi
-daha fazla zaman geçirmeliyiz o zaman, dedim.

banyonun kapısından, yatak odasındaki halının üzerinde sürekli ışığı yanıp sönen telefonu görebiliyordum. Bir bira daha açtım. Balkondan dışarıyı izledik uzun süre. İnsanların davranışlarına diyaloglar ürettik. Uzun süre gülüştük. Gökyüzü tertemizdi. Üzerime temiz bir şeyler geçirip dışarı çıktım.

13 Aralık 2014 Cumartesi

- 22 -

bir çok şeyden korkar insan,
yüksekten
alçaktan
hastalıktan
havlayan köpekten
zehirli yılandan
yere düşen cam bardaktan
rüzgardan çarpan kapıdan
yıldırımdan
toplu iğneden
boş bir cüzdandan
ağlamaktan
savaştan ve barıştan
silahtan
kapalı kalmaktan
tecavüzden
dövülmekten
bağlanmaktan
aşktan
yalandan
iğneleri upuzun olmuş kirpiden
siyasetten
isyandan
uzaylılardan
bilimden ve sanattan
aç kalmaktan
kanserden
ölümden
rüyadan
bazı filmlerden
sigarasızlıktan
sevişmekten ve sevişememekten
bilgisayarın bozulmasından
elektiriğin kesilmesinden
içkinin tükenmesinden
yalnızlıktan ve kalabalıktan korkarlar
kahkahadan
tanrıdan
arabalardan
uçaktan
kırmızı ışıktan
hatta internet bağlantısının kesilmesinden, her şeyin sonuymuşcasına korkar insanlar.
ve etraflarında, her an kendilerini yiyip biteren,
tüketen,
sömüren,
hayatı değersizleştiren yüzlerce insan varken, onca şeyden korkmaya devam ederler.

bu dünyada korkulacak tek şey insandır. İnsanlardan uzak durun.

2 Kasım 2014 Pazar

yaşam

İnsanın kendini sonsuza dek sersem ve
yararsız hissetmesini engelleyen tek şeydi
içki. onun dışındaki her şey insanı sürekli
gagalayıp deliyordu. ve hiçbir şey ilginç
değildi. insanlar kısıtlayıcı ve
tedbirliydiler, aynıydı hepsi. ve bu götlerle ömrümün sonuna dek yaşamak zorundaydım.
tanrım, hepsinin kıç
delikleri, seks organları, ağızları ve koltuk
altları vardı. sıçıyor ve konuşuyorlardı ve
at boku kadar can sıkıcıydılar. kızlar
uzaktan iyi görünüyor, güneş elbiselerinde ve saçlarında parlıyordu. ama yakınlaşıp ağızlarından
akan
beyinlerini dinleyince silahlanıp yeraltına
gizlenmek istiyordum. mutlu olmayı asla
beceremeyecek, asla evlenemeyecek,
çocuk sahibi olamayacaktım.

5 Ağustos 2014 Salı

zaman



hep sarhoş olmalı. her şey bunda; tek sorun bu.


omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.


ama neyle?


şarapla,

şiirle

ya da erdemle,

nasıl isterseniz.

ama sarhoş olun.


ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “saat kaç?” deyin. yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “sarhoş olma saatidir! zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”

2 Mayıs 2014 Cuma

Ruh meselesi

Biyolojik olarak neredeyse birbirinin aynısı olan canlıların, birbirlerinden bu kadar net farklılıklarının olması ne kadar normal?

Bazısı ilk bakışta ne kadar normal gözükse de, biraz yakınlaştığımızda, ruhunun ne kadar farklı olduğunu görürüz diğer insanlardan. Bizi ayıran, ne cins, ne boy, ne güzellik ne de giysilerimiz olmalı. Ruhumuzun iyiliği ya da kötülüğü. Sadece bu, iyi ya da kötü.

Ve bir de bu var..

Eğer birilerine yalan söylüyor, aldatıyor, kandırıyor, olan bir şeyi olmamış gibi anlatıp, olmamış bir şeyi olmuş gibi anlatıyor, zamanı, emeği ve hayatı çalıyorsan, iyi şeyler söyleyip aksini yapıyorsan ve tüm bunları yaparken de haklıymış gibi davranıyorsan, insanlardan beslenmek en sevdiğin alışkanlığınsa ve hiç yüzün kızarmıyorsa, aldattığın insanın yüzüne her gün aynı gözlerle bakabiliyorsan , üretmekten çok tüketiyorsan, en büyük yeteneğin, hissetmediğin duyguların taklidini yapabilmekse ve insanları bu şekilde idare ettiğini düşünüyorsan, bir de bundan zevk alıyorsan ve her akşam saat gece yarısı olunca uyuyabiliyorsan sen kötü felan değilsin, senin ruhun orospu! 

Not: Orospuluk kadına özgü bir meslek değildir. Ruh orospuluğu cinsiyet ayırt etmez!

26 Nisan 2014 Cumartesi

Sorgu!

Olmazsa olmaz diye bir şey var mıdır? yoksa bazı şeylere tahammül edilebilir mi ?
ya da bir süreliğine görmezden gelinebilir mi ?

Neden görmezden gelir bir insan, ya da biraz daha fazla katlanır istemediği bir şeye ?
Bunun sebebi nedir ?

Daha iyisiyle henüz karşılaşmadığından olabilir mi? Bu oldukça kabul edilebilir bir cevap.

Sevgiden de olabilir aşırı sevgi, bağımlılık. Ya da toplumun koyduğu ahlak kuralları gözümüzün önüne perde çekmiş olabilir mi?

Kaç evlilik bitmesi gerekirken, toplum baskısı yüzünden sorunlu devam ediyor ?
- Çok fazla!

Kaç kadın mutsuz evliliğinde ?
İlk yıllarda sorun teşkil etmeyen tutum ve davranışlar evliliğin kaçıncı yılından sonra çekilmez bir hal alıyor ?

Peki nasıl oluyor da bu sorular hiç sorulmuyor?


Her şey soruyla başlar, sorgulamayla.
Kendini, çevreni, oturduğun sandalyeyi, uyuduğun yastığı, yediğin yemeği, sıçtığın klozeti, saçlarını, kıyafetini, anneni, sınıf başkanını, sinemada yönetmeni, yatakta sevgilini, evde küçük kardeşini, kampüste rektörü, sınavda soruyu, seçimde oyunu, hastaysan doktoru sorgularsın.

Olmazsa olmazlarını sorgulamaz ama insan.. Katlanır, kabullenir, çeker, çeker de çeker.
Yaşlanır, dertlenir, sinirlenir, ağlar ama çekmeye devam eder.

İnsan hayatındaki en önemli noktayı sorgulamaya başladığı anda kendi fikirleri olduğunu hisseder. Hissettirir. Sorgulamak kökten bir değişiklik getirmez genelde. Var olan bir şeyi düzeltmeyi törpülemeyi amaçlar, iyi tarafa. Ama bazen törpünüzün ucu karşınızdaki oduna ince gelir.
Ya da karşınızdaki sizden önce bu törpüyü size vurmuştur..!
 Ya böyle olduysa, karşınızdaki insan davranışlarıyla sizi sindirip düşüncelerinize gem vurduysa ve siz artık hiç bir yanlış şeyden rahatsız olmamaya başladıysanız. Daha önce kesinlikle reddettiğiniz durumları kolaylıkla kabullenir olduysanız.
Ve daha da önemlisi sizi sindiren fikirler artık sizin fikirleriniz olduysa..  Daha açığı karşınızdaki gibi düşünmeye ve davranmaya başladıysanız..
Daha da ciddisi bunun farkında bile değilseniz..

Ya da; Amannnn boşverin
Alışverişe çıkın yeni dizileri takip edin
Ben de ne saçmalıyorsam gece gece..

22 Nisan 2014 Salı

Alt Geçit

odam da gezen son kanatları gövdesinden büyük, açık kahverengi, gözlerinin önünü gördüğünden şüphe ettiğim sineği öldürdüğümü düşünüyordum ki bir tanesi daha ışığın hemen gölgesinde belirdi. çok az şeye sinirlenirdim. Ne yaşarsam yaşayayım, içinde anlık ya da uzun vadede beni sinirlendirecek bir şey bulamazdım. Adaletsizlik ve cehalet sinirlendirirdi beni ve genelde ikisi de aynı tip insanlarda bulunurdu. Yaşadığım bölgede insanları neredeyse tamamı cahil ve adalet duygusundan yoksundu. Benim neden sinirlenmediğimin cevabı netti; onları umursamıyordum. İnsanların neredeyse tamamı leşten farksızdı. Benim ise sadece odam pisti, sineklerin tek sebebi bu.

Bundan 4 -5 sene öncesiydi sabah 7.30 da otobüs hareket edecekti. uyumamıştım hiç. 6 da yola çıktım. üniversiteye yürüyerek gitmem gerekiyordu. O saatte yollar bomboştu ve taksiye verecek param yoktu. Tekerlekli valizimi elime aldım sırt çantamı taktım ve ara sokaklardaki, evlerin arasından geçerek ana caddeye ulaştım. Bomboştu her yer. Sokak köpekleri sabah kahvaltılarını arıyorlardı çöplerde. Hava henüz aydınlanmamıştı. Yolda bir tek araba dahi yoktu. Yola çıktım ve iki şeridi birbirinden ayıran çizgilere basarak yürümeye başladım. Aklımdaki şarkıyı mırıldandım bir süre. Sanırım 20-25 dakika yürümemiştim ki alt geçit gözüktü karşıdan. Kışın ayyaşların, evsizlerin güzel mekanı alt geçitler. Alt geçide girdim. Dünya durana kadar yanacağını bildiğim sarı loş ışıkları, matem havası ve bir kaç uyuyan evsizi ile tam anlamıyla insanlığın iç yüzüydü. 5 dakika içinde bitirdim alt geçidi. Üniversite yolun sonunda gözükmüştü. Vaktim daha çoktu ağırdan aldım biraz. Telefonumdan müzik açtım Teoman. Sesini sadece apartmanların zemin katında oturan öğrencilerin duyabileceği kadar açmıştım. Sessizlik içinde ses yankılanıyordu. Sanki tüm dünya benim dinlediğim şarkıyı dinliyormuş gibi geldi bir an. Kahvaltı simit+peynir+çay üçlüsünden ibaretti uzun zamandır. Simitçiye oturdum siparişim gelene kadar bir sigara yaktım fakat daha iki nefes çekmeden önümdeydi kahvaltım. Sigaraya devam ettim. Kahvaltı bekleyebilirdi. Çayımdan bir yudum aldım ve keyif yapmak için vaktim vardı. Otobüsün kalkmasına 15 dakika kala valizimi attım otobüse. Son sigaramı yaktım.  1 hafta boyunca kafamı dinleyecektim. İnsanlardan uzak pislikten adaletsizlikten ve cehaletten..