16 Aralık 2013 Pazartesi

zenginin sağlıkla imtihanı ve kapitalizm

kapitalizm insanlara ürettikleri yeni teknolojileri bahaneler sunarak satarlar. Yeni bir teknoloji üretildiğinde en çok okunan dergilere gazetelere televizyonlara göz kamaştırıcı sanki yer çekimini bulmuş edasında ilanlar tanıtımlar verilir. Bu teknoloji bir oyun konsolu telefon bilgisayar tarzı şeylerdir ve çok önemli bir ihtiyaçmış gibi gösterilerek insanların parası ceplerinden alınır.

Bunu alan insanların büyük çoğunluğu hatta tamamı kalburüstü insanlardır. Lüks severler. Çevresinde de yine lüks düşkünü insanlar barındırırlar..

Peki ya bu teknoloji sağlık sektöründe gelişme gösterdiyse ve yeni hastalıklar, yeni tanımlar, yeni alerjiler, kanser türleri vb.. bulunduysa kapitalizm ne yapıyor?

Tabi ki hemen tüm ülkelerin sağlık bakanları toplanıyor. 1 ay süren konferanslar toplantılar sonucu ekipler oluşturuluyor ve bu yeni buluş insanların sağlıklarını korumak amacıyla tüm dünya ülkelerine tedavileriyle birlikte sunuluyor.
Şaka tabi ki böyle bir şey yok...

Yine sosyal medya aracılığıyla, sağlık programları, sistemi yönetenlerin parayla tuttukları doktorlar ve meşhur ağızların yardımıyla yeni bir hastalık ismi atılıyor ortaya ve tabi ki pahalı tedavisi.

O yeni çıkan teknolojiye paralarını akıtan kalburüstü kesim, özel hastanelerde bu yeni hastalığa maruz kalıyorlar ve pahalı tedavisine.. Peki gerçekten bu hastalık var mı ve tedavisi de gerçekten yeni bulunmuş bir tedavimi?


Bu günlerde 400 yıllık tarihi olan ishalin amip olarak adlandırılıp yeni tedavi yöntemleri ve ilaç sektöründe milyonlarca dolar lira kar eden ilaçlar çıkarılması sizce büyük bi buluş mu ?

Hayır bir de en çok derdini anlatamayacak kadar küçük çocuklarda bu hastalıkların türemesi de işin ilginç yanı..
Git bakalım bir köy sağlık ocağına ''çocuğun amip olmuş'' de seni ne yapıyorlar gör! 2 yoğun türk kahvesine bakar..  Antibiyotikler, alerji testleri derken hastaneden 250 liradan aşağı çıkamayan zengin, köyde ki tedaviyi ve sonucunu görse ağzı açık kalır.


Sizi hasta eden doktorlardan, içinizde şüphe uyandırıp hastahanelere sürükleyen yayınlardan ve kapitalizmden uzak durun.
Yoksa kısa sürede ölürsünüz.

25 Eylül 2013 Çarşamba

- 21 -



Gerçek insanların sohbetleri sıkıcıdır, sıradan şeylerden bahsederler ve alışılagelmişten. Babaannemizden kalan kurallara dayanır hayatları. Oysa babaannemiz doğduğunda dünya bu kadar boktan değildi. Şimdi hayatta kalmak için yapmamız gerekenler insanı deli etmeye yeter..

Babaannemizin kurallarından kurtulanlar, kaldırımda şarap içerlerdi ve öğleden sonra uyandıklarında salçalı tost yerlerdi yarım ekmeğe. Gerçek insanlar sevmezdi bu tipleri. Hatta şaraptan nefret ettikleri gibi onlardan da nefret ederlerdi. Devlet memuru olma ya da altında son model bir araba olması fikrine alıştırılmışlardı ve bunların hiçbirine sahip değilsen bir anlamın yoktu bu hayatta. Sabah 8 de başlayan mesaiye alışıktılar ve içilecekse en lüks mekanda içilmeliydi. Katil olmak ya da kanserle eş değer bir hastalığa sahip olmak gibi geliyordu kulağa tüm bunlar.

Yeni bir şişe şarap açtım ve trafik ışıklarında duran otomobillerin içlerindeki insanları düşünmeye devam ettim..

17 Temmuz 2013 Çarşamba

çok sonra

2 odalı bir evde kaldım uzun süre.. buğulu bir ev, pencereleri demir parmaklıklı, zemin katta, kötü kokulu ve yavan bir ev. Büyük bir sitenin güney tarafında, sabah güneşe karşı, akşamları ılık. Pencereden kafanı çıkaramazdın parmaklıklardan. Buydu en çok üzen ilk başta beni. Daha sonra bir çok şey buldum kendimce üzülmek ve mutlu olmak için. Sanırım 2012 yılının eylül aylarıydı. Para biriktirmeyi beceremediğim için hep bi para sıkıntısı çekmişimdir. Elime geçen paranın hep harcanacak bir yeri oluyordu. Ama keyfim olabileceği en güzel yerindeydi. Hafta içi öğleden sonra markete çıktım. Sitenin küçük tek kişilik girişleri vardı. Ve yine neden konulduğunu anlamadığım küçük kapısı. Kapı hiç kilitlenmiyordu ki.. Neden konulmuştu oraya..
Dönüşte tekrar o lanet kapıyı açıp, hızlı kapanıp ses çıkarmasın diye yavaşça kapattım. Girişteki bloğun dış kapısından siyah kot pantolonu, yine siyah deri ceketi ve çizmeleriyle bir kadın girdi, önünde bir kaç insan ve elinde poşetlerle. Arkadan görebilmiştim sadece fakat daha önce bir yerlerde gördüğümden emindim. Gözden kaybolduktan hemen sonra acaba tekrar ne zaman görürüm diye geçirdim içimden.
Yaz neredeyse tamamen sıcaklığını yanına almıştı. Geriye tortuları kalmıştı ve bu bile yetiyordu bizi ısıtmaya. Ekim ayıydı. Sadece hafta sonları yoğun çalışıyordum ve hafta içi en azından 3-4 günüm boş geçiyordu. Her zamanki gibi hiç arkadaşım yoktu. Ev arkadaşımdan başka. İnsanlara yeterince değerli bulmuyordum belkide. Sürünün bir parçalarıymış gibi geliyordu ve ben o sürüden ayrılsınlar istemiyordum. Genelde evdeydim ve evden çıkma sebebim bahis, market alışverişi ve işti. Çok fazla insanlarla vakit geçirmiyordum. Gerekte yoktu. Beni anlayabilecekleri konusunda büyük şüphelerim vardı.
Bu sefer biraz dolaştım marketten sonra. Uzun sürmedi.. Bembeyaz teni, siyah saçları harikulade cazibesi, tavırları, utangaç konuşması, varlığı yaz günü esen serin, soğuk meltemden daha ferahlatıcıydı. Çok fazla konuşma fırsatımız olmadı. Belkide artık yakınımda olduğunun garantisi uzaklaştırdı bizi o an. İkimizde tekrar görüşeceğimizi biliyorduk. Biraz konuştuktan sonra ayrıldık. Birbirimizi nereden hatırladığımızı öğrenmek güzeldi. Eve vardım ve yatağa uzandım. bi sigara yaktım, pencereyi açtım. Buz gibi bir bira yanında. Hava serindi. İşe gitmem gerekiyordu. Erteledim. Genelde ertelerdim zaten. Ama o kadını erteleyemezdim. Onda bişeyler vardı içsel bişeyler. İnsanı rahatlatan. Sanki o güne kadar sırf o kadını tanımak için diğer insanlardan kaçmıştım, uzak durmuştum. Tanıyacağım diğer insanlar, yeni bir insanla tanışma cesaretini bende bırakmayabilirdi. Akşamı etmiştim. Yemek yedim ve uzandım biraz. Hayat zaten oldukça sıkıcıydı o zamanlar. Hem cinslerimin yarısı evli diğer yarısı da aylaklık ediyordu. Ben tam ortadaydım. Ya aylak olacaktım ya da hayatımı düzene sokacaktım. Ve önümde ikinci şık için bir neden vardı.