11 Kasım 2008 Salı

Atatürk Musafayı görse...


DİYELİM ki Atatürk beyaz atının üzerinde çıkageldi, yanında İsmet Paşa, komutanları, yaverler...

Aşağıda Cumhuriyet Bayramı ve herkes "Mustafa"yı seyretmek için kuyruklarda.

Atatürk, İsmet Paşa'nın kulağına eğilerek:

"Şu arkada, elinde bazuka gibi boru olan, topçu neferi midir?.."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, o Can Dündar, muharrir... Elindeki kamera aleti, hususiyeti sinema çeker..."

"Niye atlarımızın kıçını çekiyor?.."

"Buna 'insani boyut belgeseli' diyorlar..."

Ata:

"İlke ve inkılaplar yönü ile de belgesel imal ederler mi bu fikriyatta olanlar?.."

"Sponsor lazım..."

"Sponsor bir nevi milli şuur gibi bir şey midir?.."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, parayı veren... Parayı kim veriyorsa, şuur o cihette nüks etmektedir..."

Atatürk:

"Pekiiii... Aziz milletimiz sinemaya girip, aziz askerlerimizin cephelerde elde ettikleri muazzam zaferleri vefa hissiyatları içinde mi seyretmekte?.."

İsmet Paşa:

"İnsani yön belgeseli hesabıyla bakmaktadırlar, gece karanlıkta önderimiz ne yapmakta..."

Ata:

"O karanlık gecelerde uykusuz kalıp bir hür vatan yaratma sancılarımın acısını anlamışlar demek ki..."

İsmet Paşa fısıldayarak:

"Hayır, bir oturuşta büyük rakı içtiğiniz, gece karanlıktan korktuğunuz ima edilmekte..."

Atatürk hüzünle:

"Buna asıl aydınlıktan korkan hilafetçiler sevinecekler... Onlar hálá dergáhlarında oturuyorlar mı İsmet?..."

İsmet Paşa:

"Hayır Gazi Hazretleri, devletin tepesinde oturuyorlar..."

"Peki, Cumhuriyet Bayramı diye neyi kutlamaktadır bu millet..."

İsmet Paşa:

"Cumhuriyetten geri kalanını..."

Atatürk, atını çevirir:

"Gidelim Paşa..."

1 Kasım 2008 Cumartesi

Öğretilmiş hayatlar yaşıyoruz...

Hayatı erteliyoruz.
Yaşıyoruz bir şekilde. Doğmuşuz bir kere, büyüyoruz.
Sorgulamıyoruz yaşamımızı.
Düşünmüyoruz hayallerimizi uzun uzun.
İçimizden geleni yapmıyoruz dürüstçe.
Çılgın fikirleri harekete geçirmiyoruz.
Keyif aldığımız şeyleri koymuyoruz hayatımızın merkezine.
İstediğimiz konuda eğitim görmüyoruz.
Sevdiğimiz işte çalışmıyoruz.
Düşündüğümüz şeyleri söylemiyoruz.
Peşinden koşmuyoruz aşık olduğumuz kişinin.
....

Hayalini kurduğumuz gibi yaşamıyoruz.
Bir çoğumuz.

Neden peki?

Toplumun beklentileri.
Kurallar.
Makbul olanın önceden belirlenmiş olması.
Genel kanıya uygun hareket.
Güvenli adımlar.
Para kazanma zorunluluğu.
Hayatta kalma savaşı.
Bizim için çizilmiş olan ideal yol.
Standard yaşamlar.
Çizgi dışı yasak. Sınırları zorlamak yok...

Bizden ne bekleniyorsa onu yaşamalıyız.

Peki ya aklımızın bir köşesinde yıllarca beklettiğimiz isteklerimiz, hayallerimiz, özlemlerimiz?
Yapacağız elbet bir gün.

"Hani Kaş'a yerleşip, dalmaya başlayacaktık?'' ...

31 Ekim 2008 Cuma

gitmek

Bugunlerde herkez gitmek istiyor,
Küçük bir sahil kasabasına,

bir başka ülkeye,dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.

Bir kendisi.

Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim,
öteki de olmuyor,
hani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.

Böyle gidiyor iste.
Bir yanimiz ''kalk gidelim'',
öbür yanımız "otur'' diyor.
''Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
Is, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu.

En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...

Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardir;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım. İnadina kök salmak lazım.
Bariufak kaçışlar yapabilsek.

Var tabii yapanlar. Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif...
Denk olsa. Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, aksam 18.00.
Sonra baska mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.

Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar áşık olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadi hiç.

Ama olsun... İstemek de güzel.

Atatürk'ü sevmeyen kıza cevap..

I love Humeyni! "Humeyni’yi seviyorum.
Atatürk’ü sevmiyorum.
Maraş’ta Fransız askerleri Nene Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş Savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman... Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı."
*
Böyle dedi.
*
"Türbanlı böyle dedi" demiyorum; çünkü bütün türbanlılar böyle düşünmediği gibi, böyle düşünen türbansızlar da var.
Demem şu...
*
Nene Hatun, Maraşlı değil.
Erzurumlu.
Savaştığı düşman, Fransız değil.
Rus.
Rus başörtüsüne saldırmadı.
Aziziye Tabyası’na saldırdı.
Milli mücadelenin mangal yürekli evladıdır ama, milli mücadelenin ilk kurşununu Sütçü İmam sıkmadı.
Hasan Tahsin sıktı.
Maraş’ta değil, İzmir’de.
Takvime bak.. Hasan Tahsin’in tetiğe basmasıyla, Sütçü İmam’ın tetiğe basması arasında 6 ay var...
Sütçü İmam, Fransız vurmadı.
Ermeni vurdu.
Maraş’ta düşmana ilk müdahaleyi yapan da, aslında Sütçü İmam değil.
Çakmakçı Sait.
Silahı yoktu.
Yumruğuyla saldırdı.
Şehit oldu.
Maraş’ı önce kim işgal etti?
Arkadaşın İngilteresi!
Kim sesini çıkarmadı?
Arkadaşın padişah efendisi!
Kim kurtardı?
Arkadaşa daha geniş haklar tanıyacak olan İngilizlerin gemisiyle kaçan padişah efendinin idam etmek için arattığı Atatürk!
*
O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanların hep Müslüman olmadığını da görürsünüz...
Bizzat Ordinaryüs Profesör Mazhar Osman’ın ağlayarak okuduğu "şehit listesi"ne göre, bu toprakları İngilizler işgal etmesin diye savaşan, can veren İstanbullu hekimler arasında, 140 Türk, 32 Ermeni, 25 Rum, 18 Yahudi var.
Ve, dikkatinizi çekerim, hepsine birden "şehit" demişler... Çünkü şehitlik kavramı, "o dönemin sosyolojik yapısı"na göre, dinle alakalı değil, yurtseverlikle alakalı.
*
Uzatmayayım.
Tehlike ne İran’dır, ne İngiltere...
Kara cehalettir

eylül

İnsanlar doğrularını yanlışlarını en çok yaz aylarında değerlendirir. (Bilimsel değil tamamen tecrübe!.)
Yeni kararlar alınmış, değişim kadar köklü olmasa da mutlaka dönüşümler içerisine girilmiştir.

Eylül böylesine önemli bir başlangıç ayıdır işte.
Ve aniden gelir.

Atatürk Suçlu!!!

Atatürk Suçlu!

Sağa sola bakıyorum, gazete, kitap, dergi okuyorum; Atatürk'e saldırı, taşlama, yergi, eleştiriden geçilmiyor; anlıyorum ki Atatürk büyük suç işlemiş.....

Niçin...?

Çünkü dünya görüşünde, evrene bakış felsefesinde ideolojik içeriğinde 'Aydınlanma'yı yeğlemiş; Atatürk, 'Akıl inançtan, bilim dinden bağımsızdır' demiş.

A benim canım Mustafa Kemal'im uygarlığın ışığına neden yüzünü dönersin? İran'a bak, Suudi Arabistan'a bak!... Bırakaydın, bağnazlığın dipsiz kuyusunun batan dolabında dönenseydik. En büyük suçunu "GERÇEK YOL GÖSTERİCİ BİLİMDİR" diyerek işledin.

Atatürk suçlu...

"Vatanın bağrına düşman dayamışsa hançerini" Gazi Paşa görmezlikten geleydi;

"İngiliz muhibbi" olaydı, "Amerikan mandacılığı" na sarılaydı;

"Ya istiklal ya ölüm" deyip ortalığa atılarak pişmiş aşa neden soğuk su kattı?

Atatürk suçlu...

Osmanlı, Sevr Antlaşması'nı kuzu kuzu imzalamışken bizlere Konya Ovası yetmez miydi?

Denizi zaten sevmeyiz, dağların gerisine çekilip bozkırda otururduk.

Eloğlu vatanın minarelerine çan takar,

bizim cami yaptırma dernekleri de Haymana bölgesinde çalışmalarını yoğunlaştırırdı.

Nemize gerek İstiklal Savaşı?

Nemize gerek İzmir, Aydın, Edirne, Çanakkale, İstanbul?

Nemize gerek Lozan, a Mustafa Kemal Paşa?

Atatürk suçlu...

Sevgili Mustafa Kemal, kadın hakları senin neyine?

Bak, şimdilerde genç kızımız başına türban dolarken sana da verip veriştiriyor.

Yurttaşlık Yasası çıkardın, erkek karısını iki sözcükle boşayamıyor;

ama kadın kara çarşafa girip sana beddua ediyor.

Hukuk devrimini neden yaptın Kemal'im?

Atatürk suçlu...

Çünkü cumhuriyeti ilan etti.

Haydi padişah efendimize kıydı, hilafete neden dokundu?

Laik devletten daha büyük günah olur mu şu dar-ı dünyada Gazi Kemal'im?..

Atatürk suçlu...

Osmanlı'nın cengâverliğinden bizi soyutladı;

1923'ten bu güne "Yurtta barış, dünyada barış" diye yaşamak erkekliğimizi öldürmedi mi?

Biz korkak mıyız a Gazi Paşa?

Savaşçılıktan nasıl vazgeçeriz?

Senin en büyük suçun barışçılık değil mi?

Atatürk suçlu...

Çünkü 1923'te kurulan cumhuriyete 1925'te başkaldıran Şeyh Sait 'e el sürmeyecekti;

hilafetçi Said-i Nursi 'yi başkente buyur edip devletin başına oturtacaktı.

On bir yıl süren savaşlardan sonra temelini attığı devleti,

İngiliz işbirlikçisi şeyhlere, aşiret reislerine, seyyitlere lokma lokma sunarak, parça parça edecekti.

A benim Mustafa Kemal Paşam,

ayaklanmalara karşı neden beyaz teslim bayrağını çekmedin de üstlerine yürüdün?

Atatürk suçlu...

Öyle bir cumhuriyet kurmuş ki, bir türlü yıkılmıyor.

21'inci yüzyıla yaklaşıyoruz, devleti Amerika'ya teslim edemedik, parçalayamadık;

bu yüzden Gazi'ye çok kızıyoruz,

cumhuriyetin harcını sağlam karmış diye öfkeleniyoruz.

Atatürk suçlu...

seksen yıl önce bağımsız bir cumhuriyet kurmuş, bize bırakmış;

yarım yüzyıldan beri laik cumhuriyeti çağdaş demokrasiye yakışır bir düzeye getiremedik;

bu yüzden öfkelendikçe yarım yüzyıl öncesine dönerek Atatürk'e veriştiriyoruz.

Atatürk suçlu...

Çünkü canım Mustafa Kemal, bizim adam olacağımızı sandı, biz cüdam olduk;

başımızı dik tutacağımıza, Ortadoğu'da "süper yabancı devlet" in taşeronluğuna soyunduk;

içimizdeki aşağılık duygusunu Atatürk'ü eleştirerek gidermeye çabalıyoruz.