25 Ekim 2010 Pazartesi

vitrin mankeni

Saçları dökülen bir adamla aynı evde kalıyordum. Ne zaman eve kız arkadaşım gelse ''yine hangi masum kızı ağına düşürdün?'' diye sorardı. Bense hak eden bütün kadınları tek tek ağıma düşürürüm derdim. O her defasında gördüğü saçın aynı olduğunu anlayamayacak kadar salak, bende bir kadına zarar verebilecek kadar iyi değildim..
Alışverişe çıkmıştık. Ev arkadaşım saçları uzun olduğu için arkadan bir kadına benzetilebilirdi, eğer Çaklıt'ın ki kadar güzel kalçaları olsaydı. Tuhaf olan bu değildi tabi ki. Ev arkadaşımın ilgileri garipti. Demek istediğim bir biseksüel yada transeksüel değildi. Fantezilerini sadece mankenlerle sevişmekle sınırlandırmıştı. Mankenlerle, vitrin mankenleriyle.. Gözlerine, kırmızı ağzına, ellerine, uzun kırmızı elbisenin üstünden kalçalarına bakıyordu mankenin. Camsız gözlükler, ateşli bakışlar, dolgun göğüsler. Seksiydiler gerçekten, topuklu ayakkabıları bile vardı,eski zaman kadınları gibi.. Sadece bir vitrin mankeniyle birlikte olmak istiyordu. Önemli olanın ne olduğuyla ilgilenmiyordu.
Düşünüyorum da bazen; bir vitrin mankeni daha iyi olabilirdi belkide bu zamandaki ilişkilerden. Kulakları yoktu ama avantajları çoktu. Romantik yemeklere götürmek zorunda değildin. Yolda sana zorla gül satmaya çalışan çocuklarla muhatap olman gerekmezdi. Sıradan kadınlara hitap eden o tüm dünyevi zırvalıklarla uğraşmak zorunda değildin. Çok fazla konuşmazdı mesela..
Daha önce birlikte olduğun kadınlar gibi olmazdı hiçbir şey. Zamansız sevişme taleplerinde bulunmazdı. Sen ne zaman istersen, o zaman! İç kanamada geçirmezlerdi hiç. Aşk konusunda da sıkıntı olacağını sanmıyorum. Sadece canlı varlıklara aşık olunur diye bir kural yoktu. Zaten aşkla başlayan her şey nefrete dönüşürdü zamanla. Mesela onunla yatağa uzanıp eski sevgilileri dinlemek zorunda kalmazsın. Bu bence hatırı sayılır bir artıydı. Düşünsene; Berk harika dans ederdi, Zeki çok deli yatardı, Kemalin aleti inanılmazdı, ve Soner gibi öpüşen biri daha olmadı. Anlatır dururlardı. Çekilmez!
Yarın alışverişe gideceğim. Sadece topuklu ayakkabı ve mini etek satan bir dükkana..

20 Ekim 2010 Çarşamba

teknolojinin mimikleri

Bundan 3 ya da 4 sene önceydi. İş yerimde oturuyordum akşamüstü sularında, hava tüylerimi heyecanlandıracak kadar soğuktu sadece. Kapı kapalıydı. İçeride 2 tane kadın ve bir consol da oyun oynayan 2 genç vardı. Hiç bir şey umurlarında değildi meşgul oldukları zehirden başka.. Kapıdan 60 lı yaşlarda, nur yüzlü bir çift girdi. O kadar sevimlilerdi ki, onlar içeriye iki adım atmadan yanlarındaydım çoktan. Biraz daha kendinden emin, konuşmasına, görgüsüne güvenen, kocasından daha genç gösteren kadının gözlerinden kızını özlediği okunuyordu.. Onları kendi bilgisayarıma oturttum hemen. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olmasına ilk defa bu kadar çok seviniyordum. Telefonla arayıp kızlarından görüntülü görüşme yapmak için kullandıkları bir programın şifresini alacaktık. Sesi tiz, içten ve sakindi. Kızlarını monitörde görecek, sesini telefondan dinleyeceklerdi. Her defasında tüm sevimlilikleriyle, ''kızımda bizi görüyor mu  diye soruyorlardı'' :)
Evet şimdi her iki tarafta birbirini görüyor ve yüzleri gülüyordu. Bende bir o kadar mutluydum. Ama bundan daha çok dikkatimi çeken monitördeki kadını tanıyor olmamdı. Bu hentbol oynarken hayranlıkla izlediğimiz, güzelliğiyle, giyimiyle, kendine özgü yürüyüşü ve tarzıyla, topu tutuşuyla bile herkesin örnek aldığı Elif'ti. =))
O nur yüzlü teyzemin gözleri dolduğunda bende o masadan ayrıldım hemen. Oyalandım dışarıda. Hüzün beni sinirli yapardı o zamanlarda bile. Gidip yanına üzülme teyzecim, o başının çaresine bakar dedim içimden.. Sanırım duydu ki hemen güldü gözleri. Bir daha teknolojinin bu kadar iyimser bir duruma hizmet ettiğine rastlamadım. Zaten bu kadarda geliştiğini düşünmüyorum henüz..

“GENÇLİĞE HİTABE’NİN” YAZILIŞI VE ÖNEMİ


ATATÜRK’ÜN,
TÜRK GENÇLİĞİNE SESLENİŞİ…
image00140.jpg 
Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş“i Nutuk’un son bölümünü oluşturmaktadır. Aşağıda, Gençliğe Sesleniş’in Nutuk’daki orijinal ve Söylev’deki yeni Türkçe metinlerine yer verilmiştir. 
Ayrıca, Prof. Dr. Afet İnan’ın, Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 50. Yılı Semineri’nde sunduğu “Atatürk’ün Büyük Nutku’nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi” başlıklı bildirinin “Gençliğe Sesleniş” ile ilgili bölümüne de yer verilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’u (Söylev), CHP’nin 2. Kurultayı’nda, 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde 36 saat 33 dakikada okumuştur. Atatürk, bu uzun konuşması ile 19 Mayıs 1919′da başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın nasıl verildiğini ve Cumhuriyetin hangi koşullar altında kurulduğunu anlatır. 
Belgelere dayandırdığı bu konuşmasının sonunda, ulaşılan başarıyı Türk Gençliği’ne emanet eder. Gençlikten Türk bağımsızlığının ve cumhuriyetinin sonsuzluğa değin korunmasını ister. 
Prof. Dr. Afet İnan’ın bildirisi, Atatürk’ün “Gençliğe Sesleniş”i kaleme aldıktan sonra yakın çevresine ilk okuyuşunu ve bu sırada duyduğu heyecanı yansıtması açısından, “Gençliğe Sesleniş” ile beraber aşağıda yayına sunulmuştur.
TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM KUTSAL ARMAĞAN
image00215.jpg 
Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.
 
ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Ankara, 20 Ekim 1927
Prof. Dr. Afet İnan’ın, Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin 50. Yılı Semineri’nde sunduğu “Atatürk’ün Büyük Nutku’nun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi” başlıklı bildirinin “Gençliğe Sesleniş” ile ilgili bölümü:
(İnan, bildirisinde, Atatürk’ün, 1 Temmuz 1927′de Dolmabahçe Sarayı’na geldiğini ve o tarihten sonra her gece yakın arkadaşlarıyla toplanarak Nutuk’un müsveddelerini okuduğunu ve üzerinde tartışma açtığını belirtmektedir.)
“Şimdi benim tanık olduğum olay şöyle. Sıcak bir yaz gününün gecesi; Atatürk’ün çevresinde daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. 
(…………..)
O, adeta arkadaşlarına bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde “oturunuz ve dinleyiniz” dedi. Nutuk’un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı. 
Dinleyicilerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum, yahut bana öyle geldi; çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın etkisinde yaşıyordum. Bütün milli mücadelenin tarihi olan Nutuk, bu satırlarla son bulacaktı. 
Atatürk, bu metni okuyup bitirdiği zaman, derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını da bizlerden saklamamıştı. Bunu da gayet iyi hatırlıyorum. 
Fakat okuduktan sonra şöyle bir durum oldu. Bu Gençliğe Hitabe okunduğu akşam tarih olmuş olaylar, konuşma konusu değildi. 
Atatürk, coşmuş konuşuyor ve başkalarına konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği üzerinde duruyordu. Tarihi yaşadığımız gibi yazdık; fakat geleceği cumhuriyete inananlara onu koruyanlara ve yaşatacak olanlara emanet etmek gerekiyor diyordu. 
Gençliğe Hitabe yazısını ilk dinleyenlere methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Zaten methedilmeyi pek sevmezdi. Bir gün, bu arada söyleyeyim, “Beni methetme sözlerini bırakınız, gelecek için neler yapacağız onları söyleyin demişti. Sözleri hala bugün dahi kulaklarımda akisler yapmaktadır:
“Gençliği yatıştırınız. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir” diye telkinlerde bulundu. O,Türk gençliğinin sağduyusuna, milliyetçiliğine, vatan sevgisine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu. 
505-506 sayfa numarasını taşıyan bu son yapraklarda (müsveddeler) hemen hiçbir düzeltme yoktur. Yazı Atatürk’ündür. Üç yerdeki düzeltme ise yazarken yapılmıştır. Evvela “Ey Türk Genci” denmiş; fakat hemen genci kelimesi silinerek “Gençliği” olarak düzeltilmiştir. İkincisi ise “Galipler cebren ve hile ile” cümlelerini başındaki “galipler” kelimesini silmiştir. Fakat en sonunda yarım bıraktığı bir cümle var “Efendiler” diyor. “Son kuvvetini kendi mefkuresinden ve damarlarında bulan Türk evladının elinde istiklal ve cumhuriyetin ilanihaye mafhuz ve masun olacağına ve sancağımızın itibarı daima yüksek bulunacağına” demiş, onu bitirmeden burada kesmiş.

13 Ekim 2010 Çarşamba

bir paranoya hikayesi

Bugün görmeye gidecektim onu. Acımıyordum ona. Haşmetli bir şefkat besliyordum sadece. Onu o odada yalnız ve çaresiz görmek canımı acıtıyordu. Saat neredeyse yediydi ve acele etmem gerekiyordu. Henüz on dakikalık daha yolum vardı ve bindiğim otobüsün şoförü kesinlikle koltuğunda değildi. Yaşamıyordu o anı. Sadece yılların verdiği bir alışkanlıkla elleri direksiyonda, ayakları da gaza basıyordu. Diğer arabalar zaten umurunda değildi. Hastahanenin iki ön sokağında indim ve içeriye doğru yürüdüm. Hava kararmaya başlıyordu. İçeri girdiğimde beni göğüsleri neredeyse olmayan bir kadın karşıladı. Acaba içine çorap dolduruyor mudur diye geçirdim içimden.
Bahçe biraz serindi ama orada beklemeliydim. Ziyaretçilerin odalara çıkmasına asla izin vermiyorlardı. Özellikle benim gibi birinin yukarı çıkması hiç sağlıklı değildi hastalar için..
Uyku haricinde genelde kitaplarla geçtiğini biliyordum zamanın ve yanımda bir kaç kitap getirmiştim. Tabi ki aykırı kitaplar. Büyük ihtimalle hastane yönetimine takılacaktır. Yemyeşil çam ağaçları akşamları bana hüzün verirdi. Çok değil 3-4 sene önce her yazım çam ağaçları altında geçerdi. Çam ağaları altında kahvaltı yapar, çam ağaçları altında uyur, çam ağaçları altında sevişirdim. Hatta çam ağaçları altında denize girerdim.
solgun görünüyordu yüzü. Hiç konuşmadan oturdu yanıma sakince, hiç bir şey söylemeden.
Nasıl gidiyor diye sordu bana şefkatle.
_iyiyim. Sen nasılsın? Burada her şey yolunda mı? Sana iyi bakıyorlar mı??
-Ne önemi var?
- Seni her gün ziyaret edebilmek için yakınlarda bir ev tuttum tek odalı. Artık her istediğinde gelebileceğim. Bir isteğin olursa beni arayabilirsin.
-Tek odalı evinde fahişenle rahat edebiliyor musun??
-Lütfen, böyle bir şey yok, hiç olmadı. Yine o paranoyalarına başladın. Biliyorsun bu yüzden buradasın.. Yemekler nasıl burada? Senden daha iyi yapamıyorlardır eminim ama idare et oldumu.
-Seni benim kadar mutlu edebiliyor mu, yatakta benim kadar iyimi söylesene.
-Lütfen yapma. Sana değer veriyorum biliyorsun. Telefonumu bırakayım evimin. İstediğin zaman beni arayabilirsin buradan. Ne zaman istersen.
Tam bu sırada uzun boylu iri bir adam geldi yanımıza, doktordu. Nasıl olduğumuzu yakında iyileşeceğini ve eski hayatımıza geri dönebileceğimizden bahsetti kısaca ve diğer hastalara bakmak için gitti. Bense hiç bir zaman eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
-Beni sevdiğini söyle lütfen, buna ihtiyacım var.
-Seviyorum seni hemde tüm içtenliğimle, inan buna.
-İnanmıyorum. Sevseydin böyle olmazdı biliyorsun.
Telefonumu bir kağıda yazıp ayrıldım yanından. Arkamdan sesini duydum,
- Onu iyi beceriyor musun hı söylesene?
Hızlı adımlarla çıktım oradan. Canım fena halde sıkılmıştı. Eve gitmeden altılık bir efes ile biraz fıstık aldım. Yeni evime girdim ve biraları buzluğa attım. İçeride oturuyordu o güzel kadın. Patates yemeği yapmıştı. En sevdiğimden hemde. Yemekte hiç konuşmadım. Farkındaydı her şeyin. Üçüncü biramı içtikten sonra  nasılsın diye sorabildim ve daha sonra konuşmama izin vermedi. Her zaman olduğu gibi sıradan başladı gece. İnsanlar birbirleriyle besleniyordu ve bazen haklılar diyordum içimden.. Harika bir fiziği vardı. Yüzü ifadesizdi ama önemi yoktu o an için. Televizyonu kapatıp yatağa geçtik ve gün neredeyse bitmek üzereydi. Tam o anda telefon çalmaya başladı. Umursamadım ama çok fazla rahatsız ediciydi. Sevişirken telefon çalmasından nefret ederdim. Kalkıp baktım ve arayan oydu.
-Fahişenle güzel vakit geçiriyor musun seni ahlaksız yazar? Sevişiyormuydunuz yoksa. Tam ortasında mı aradım? Rahatsız ettiysem kapatabilirim.
- Bu saatte nasıl aramana izin verdiler senin, iyimisin??
Telefonu suratıma kapatmıştı. Sinirim çok fena halde bozulmuştu, kendimi hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum. Dolaptan gidip bir bira daha açtım ve yarısını tek dikişte içtim. Yatağımdaki kadınının serzenişleri bile umrumda değildi.
-Devam etmek istermisin yoksa kendimi hallediceksin? diye sordu.
Ağlamaya başladım. Nasıl oluyordu da bu kadar haklı olabiliyordu diye düşündüm. Belkide onun yerinde ben olmalıydım. İnsanlar üzerinde kendi hayatımı oynuyordum. İnsanların ne yaşadıkları ne düşündükleri umrumda olmuyordu ve bunun kötü bir sonucunu görünce de kendimi öldürmek istiyordum..
Bütün gece içtim, sabah güneşi görene kadar. Artık hiç bir doğan güneş bu kadar etkili olmayacaktı hayatımda. Pürüzsüz bacaklarına kafamı koyup uyudum. Sadece rüyamda onun iyi olduğunu görmek istiyordum.