29 Ocak 2012 Pazar

- 17 -

Telefon çaldı. Arayan Gamzeydi.. Onunla belediye tiyatrosunda, oyun sırasında verilen 15 dakikalık arada tanışmıştık. 24 yaşında, kumral, biçimli bir vücudu, güzel bacakları, 1.70 boylarında, kahkahası gösterişli bir kadındı. Saçları hafif dalgalı ve uzundu. Yeni moda ince sigaralardan içiyordu. O akşam evine gitmiştik. Yarım şişe şarap ve giderken aldığımız 2'şer şişe biramız vardı. Evi cadde üzerinde 8 katlı bir binanın zemin katıydı. En azından alt kattan şikayet alma korkusu yoktu... O gece eve dönemeyecek kadar sarhoştum. Orada uyumuştum. Sabah kalktığımızda onu kahvaltıya davet etmiştim. Sonra bir daha görüşmedik. Telefonda evime yakın bir yerde işi olduğunu ve bana uğrayabileceğini söyledi. Olur dedim. Yaklaşık 2 saat sonra evimin yol tarifini almak için aradı. Girer girmez ot istermisin dedi. Olur dedim. Genelde kadınların hiç bir isteğini kıramıyordum. Hayır deme hastalığının dişilere özel olanıydı benimkisi. Kısa bir etek. omuzları açık yarım bluz, topuklu ayakkabılar ve hafif bir makyajı vardı. Bu hastalığımı biliyormuşcasına ayakkabılarını çıkarmadan tam yanıma oturdu.. Şarap getirmişti, kaliteli değildi ama içilebilirdi. Bardaklara doldurup birer yudum aldık. Başını bana doğru çevirdi ve öpüştük bir süre. Öpüşmek düzüşmekten daha özeldi. Bu yüzden sevgililerimin bir erkekle öpüşmesine tahammül edemezdim. Onlarla düzüşmelerini tercih ederdim. Gece çok gençti henüz ve her şeyi orada bitirme düşüncesi beni hayattan soğutuyordu. biraz uzaklaştım ve güzel bir sohbete koyulduk. cocoraise ve mabel matiz dinliyorduk. Birileri saati biz farkında olmadan ileri alıyordu sanki. Hayattan, evlilikten, geceden ve sabah kahvaltısından, kitaplardan, yeni nesil çocuklardan, iş hayatından ve seksten konuştuk. Gece giderek yaşlanıyordu. Gece yarısını çoktan geçmiştik. Yeterince sohbet etmedikmi diye sordu. Ettik dedim. Dolaptaki biralarda bitmişti artık. Bazı şeyler elinde değildir. Dünya biz bir şeyleri tüketelim diye dönüyor diye düşündüm ve gecenin tadını çıkarmaya karar verdim. Sabah kahvaltıya gittik yine. Ben kaşarlı tost ve kahve söyledim, o ise simit ve çay istedi. Garson kız siparişlerimizi getirdi. Hiç konuşmadan devam ettik yemeye. Kahvaltı bitince sigara içmek için dışarıya çıktık. Sigarasından bir nefes çektikten sonra '' ha sahi dün gece seviştik mi biz?'' diye sordu. ''deliler gibi'' dedim, şaşkın bir gülümsemeyle.. Pek ikna olmuşa benzemiyordu, sigarasını sömürmeye devam etti. ''Kasıklarım fena ağrıyor, sanırım beni fena düzmüşsun'' dedi oradan çıkarken. Onu bir daha görmemeye karar verdim..

28 Ocak 2012 Cumartesi

- 16 -

Çıplaklığı sevmiyorum. Diz üstünde bir etekle salınarak yürüyen kadın, çıplak bir kadından daha çekici gözüküyor. seksi de sevmiyorum. öpüşmenin tadını vermiyor. Yemek yemek? eh işte. uyumak zaten sakıncalı. Hastalıklı ve kötümser bir hayat yaşıyorum. Herkes birbirini beceriyor, hemde arkadan. Para ve mevki bütün insanların maskelerini düşürüyor. daha fazla para, daha fazla ilgi, daha fazla övgü, daha fazla hayat, hepsi bu. Bir anda değişiverir her şey. Bütün o muhtaç olduğun zamanları, yanında olan insanları, iyi olduğunu duymak isteyen insanları öldürürsün bilmeden. Para suyunu çekiyordu kısa sürede. Bahis oynadığım miktar her geçen gün düşüyordu. İlk günler 20TL 2 hafta sonra 15TL 1 hafta sonra 10 ve diğer günler 2 TL... 10 tanesi 3 lira olan tavuk budgetler her öğünümü süslemeye başlamıştı. En kaliteli üzüm şarabıyla, litresi 4 lira olan sulu bira arasında sarhoş olma zamanı bakımından çok fazla fark vardı. Hayat güzelleşiyordu.. Hiç bir kadın ilgi göstermiyordu param olmayınca. Dırdır yoktu. güzel sözler söylemek zorunda değildim. Sürekli, ''haklısın sevgilim'', ''çok doğru hayatım'', ''harika düşünmüşsün bebeğim'' demek zorunda da değildim. Evde vakit geçiriyordum, zamanın bir an önce geçip tekrar çalışmaya başlayacağım ve şarap içebileceğim günü bekliyordum üzüntüyle. okulla, işle, sosyal medya ve televizyonla ilgilenecek kadar zamanım vardı. kitap okuyor ve alt yazılı diziler izliyordum. Hava aydınlıkken vakit çok çabuk geçiyordu. öğle saatlerinde uyanmamın bunda büyük etkisi vardı. Geceler daha zordu. uyumak korkutuyordu. Geceyi kaçırmak istemiyordum. Her gün, gün doğumuna yakın saatlerde uyuyor, 7-8 saatlik uykuyla yetiniyordum. Arada güzel kadınlarda ziyaret etmiyor değildi ama onlara kötü davrandığımdan ziyaretler giderek seyrekleşti. ''Mantıklı bir şeylerden bahsetmeyeceksen buradan hemen git'' derdim onlara. Hemen giderlerdi, mantıklı bir şeyleri yoktu anlatacak. Ne güzel filmlerden haberdarlardı ne de John Fante'den. Oysa onlarca defa Bukowski sözleri paylaşmışlardı sosyal medyada. Tanrıylada araları iyi değildi anlaşılan.. Güzel günler çabuk geçiyordu. Gözümü açıp kapayıncaya kadar bitti o sefil günlerim. Daha çok para, daha çok kadın, daha çok övgü ve daha fazla aptal insan vardı artık.