13 Ağustos 2012 Pazartesi

Zaaf

İnsanlığın pek çok zaafı vardı. Fakat iki temel zaaf olarak şunları söyleyebilirim; zamanında gelememe ve sözünü yerine getirememe. Korkunç bir saadakatsizlikde cabası. Aldatma, bir şeyi gerçekten oluyormuşcasına heycanlı bir şekilde anlatma, gerçekten olan bir şeyi, hiç olmamış kadar inandırıcılıkla anlatma. Yalan tabiki. Ve daha bir sürü şey..
Bundan çok kısa bir zaman önceydi. Altılık efes alıp edepsiz öyküler yazdığım dönem. Ülkede ne kadar tanınmış yeraltı edebiyatı dergisi varsa hepsine gönderiyordum yazılarımı. Bir çoğu ''okuyucularımızın, okuyabileceği türden öyküler yazarsanız bunları dergimizde seve seve yayınlarız'' cevabını gönderiyorlardı. Bende onlara '' okuyabilecekleri şeyleri başkaları yazıyor zaten ve oldukça samimiyetsiz'' diyordum. Buna rağmen bir kaç dergide yazımı yayınlatmayı başarmıştım. İstanbul Beyoğlusunda, sokak arası kafelerine ücretsiz dağıtılan arka kapağına tamamen reklam alan dergiler.
İşim gereği İstanbula gittiğim çok oluyordu ve bunlardan birinde kendi yazımı okumak için o kafelerden birine gitmiştim. Oldukça nezih bir ortam vardı. Mum ışıklarıyla aydınlatılmış bir iç mekan ve sokağa açılan kapı önünde dizilmiş masalar. İstisnasız herkes bira içiyordu. Yalnızdım ve bir birada ben söyledim. Mekandaki adamlar ve kadınlar dikkatimi çekti. İyi görüntülerine rağmen oldukça mütevazi bir oturuş ve sohbetleri vardı. Kadınlarının hepsinin biraz dünyevi olmakla birlikte, hafif bir mizah duygusu vardı. Ruhları yeteri kadar donanımlı, konuşmaları samimiydi. Bir çoğunun elinde kitap vardı. Sohbet arasında kitaba dalıp kırmızı kalemle bazı cümlelerin altını çizdiklerini görüyordum. Bu oldukça yeterli bir sebepti sohbet için.
Kitap okumayan insanlardan korkardım çünkü. tepkileri ve düşündükleri belirsizdi. 20-25 yıl yaşayıp her çeşit insanı gördüğünü iddia eden, bu her çeşit insanada aynı bakış açısıyla yaklaşan tiplerdi. İki farklı insanada aynı ezberlediği yöntemle davranırlardı. Fakat her zaman karşınıza çıkmamış türde biri vardır ve o güne dek bildiğiniz ya da yaşadığınız hiçbir şeyin yararı olmaz. Tam anlamıyla ne yapacağınızı bilmez bir durumda öylece kalırsınız.
En yakınımdaki masaya gittim ve ücretsiz dağıtılan ''sokak arası'' dergisinden nerede bulabileceğimi sordum. iki tane kadın ve 1 tane adam oturuyordu masada. Kadınlardan biri sandalyesini çekip ayağa kalktı, o an aklıma yazdığım öyküler geldi. Yüksek topuklu ayakkabı, diz parıltısı, ve o harika elbisenin içinde salınan esnek vucudu girdiği şekle sığmayan bir ruh gibiydi. Sıvı halinde akan bir ateşti neredeyse. Uzun parlak ipeksi saçlar her hareket ettiğinde sağa sola dalgalanıyordu. Çok neşeli bir yüz ifadesi vardı. İçeriden bir dergi alıp geldi. Yalnız olup olmadığımı ve masalarına oturup oturmak istemediğimi sordu. Oturdum ve biraya orada devam ettim. Sohbet oldukça samimiydi. Dergide bana ayrılan sayfaya onları dinlerken göz gezdirdim ve derginin bende kalıp kalamaycağını sordum. Şehvetli bir gülümsemeyle tabiki diye seslendi bana. Neredeyse saatlerdir oradaydım. Sonradan sevgili olduklarını öğrendiğim diğer kadın ve adam ayrıldı bizden. Yaz aylarına yaklaşmıştık fakat hava hala erken kararıyordu. Ben kaşarlı tost ve kahve söyledim her zamanki gibi. Oda çorba söyledi tavuklu. Öğrenciydi İsanbulda ve gerçekten standartları yüksek bir hayatı vardı. Diğer öğrencilere nazaran.. Yemeklerimizi yedik ve bildiği daha eğlenceli bir yere götürdü beni. Müzik daha hareketliydi ama insanlar hemen hemen aynıydı. Dans edip biraya devam ettik. Bir kaç insan daha katıldı bize orada. O gece çalıştığım yerin misafirhanesinde kalıyordum ve dönmem gerekiyordu. Dışarı çıkıp biraz yürüdük arabasına kadar. Beni bırakabileceğini söyledi. Zira böyle bir teklif yapmasaydı o kafayla nasıl giderdim bilmiyorum. Gece 1 sularıydı ve nerdeyse misafirhaneye yaklaşmıştık. Telefonum çaldı ve arayan misafir hanedeki oda arkadaşımdı. Geceyi başka bir yerde geçireceklerini ve misafirhaneden çıkış aldıklarını söyledi. O andan itibaren kalacak bir yerim yoktu. Konuşmaya şahit olduğu için ben hiç bir şey söylemeden yolunu değiştirdi. Yirmi dört saat açık bir marketin önünde durdu. Tam sayısını bilmiyorum ama iki poşet birayla arabaya döndü. arka koltuğa biraları koyup sürmeye devam etti. Beni kaldığı evde misafir etmek istediğini söyledi. itiraz etmedim. Neredeyse sabahın ilk ışıklarına kadar sohbet ettik. Çocukluğumuzdan o ana kadar herşeyi birbirimize anlatmıştık... Biradan dolayı yüzümün kızardığını hissettim.. İçmeyi bıraktım. Bana yatacak bir yer gösterdi ve sabah ikimizde erken kalkıcaktık.
İnsanlığın temel iki zaafından hiç birine yakalanmazsan, hayat sana şansı getiriyordu. Diğerleri pek önemli değildi. Bir yere zamanında varabilme ve sözünde durma içgüdüleri insanı hayal edemeyeceği noktalara getirebilirdi.
O İstanbul macerasından tam 5 ay sonra, her an içinde olduğum için beni hiç heycanlandırmayan Galatasaray maçlarından birinde bu zaaflardan en önemlilerine denk geldim.  Çirkin kadınlara müşfik davranır, güzel kadınlardan iğrenirdim. Hayat yoktur onlarda, mükemmel yüzlerinden ve vucudlarından başka bir şey düşünmezler.  Yüzeyseldirler. İçleri yoktur.. En pahalı mekanlarda sırf popüler ve pahalı oldukları için yemek yer, en lüks mekanlara, lüks insanlar gittiği için gider, yanlarında gösterişli insanların olmasını isterler. Erkek egemen bir toplum istemedikleri gibi, bir şey yapılması gerektiğinde erkeğe bırakırlar. Bu genelde para ve güç isteyen şeylerdir..
Daha içsel bir şeylere ihtiyacı var bu tiplerin. Hayal kurmaya mesela, daha soyut şeyleri benimsemeye, sevgiyi mesela. Gösterişli bir yemeğin tadına bakmadan ne kadar güzel olduğunu düşünmemeye ihtiyaçları var. Fakat zor. Öğretilmiş hayatlar yaşıyoruz. Birinin tüm o bildiği yüzeysel şeylerden kurtulup gerçekliğe adım atması gerçekten sabırlı bir düşünce sistemi gerektiriyor. Ve yanında ona eşlik etmesi gereken zır bir insan.
İstanbuldan döndükten sonra o denli iyi hissettiğim bir kadınla karşılaşmamıştım. Ta ki bundan 1 ay öncesine kadar. Sevebileceğim aşık olabileceğim türden bir kadın.. Gerilimsiz bir birlikte akıştı maça kadar. Futboldan hep nefret etmişimdir zaten. Elimde olsa ülkedeki futbolla ilgili herşeyi 2 sene ortadan kaldırırım. Ve hayatımda gördüğüm en platonik sevgi, insanın tuttuğu takıma karşı olan sevgisidir. Taraftarı için, ağız dolusu küfürler sarfeden bir yönetici kadrosu ve oldukça samimiyetsiz ve mecburiyetten sadece daha fazla para kazanmak uğruna, taraftarın sevgilisi olan futbolcular. Benim ona sevgimden bile daha platonik bu.
Bu arada, sayın sevgi, bunu saymam bidaha bekleriz =))

Hiç yorum yok: