18 Aralık 2014 Perşembe

Bugün

Eskisi gibi değildi ses tonu. İlgisi azalmıştı. Kapattım telefonu. Yürümeye başladım. Aklını kurcalayan başka şeyler olduğunu düşündüm. Algım kuvvetliydi. En çok buna emindim. Karşımdaki insanın ne hissettiğini fark edebiliyordum. Kulaklığımı taktım. Uzun bir yürüme mesafesi vardı. Neredeyse iki saate yakın. Günlerden çarşambaydı. Yeterince sıkıcı bir günün sonunu, düşünerek geçirmek istiyordum. Hava kararmak üzereydi. Yağmur bulutları şehri ıslatıp ıslatmama konusunda aralarında tartışıyorlardı hala. Yağmuru severdim. Uzun paltomun fermuarını çektim boynuma kadar. Müziğin ritmi yürüme hızımı belirliyordu. Çok hızlı müzikler dinlemezdim. Keman, gitar, piyano yeterliydi iyi bir ritim için.
Telaş; etrafa baktığımda tek gördüğüm buydu. Bir çok insan üzerilerine yapışmış yorgunluk hissinden kurtulamıyorlardı. Hayat çok hızlı ve acele akıyordu. Bir çok iş sektöründe insanın kendine ayıracak zamanı çok azdı. Yorgun değillerse akşamları, genelde hafta sonunu kendilerine ayırırlardı.
Şehrin en kalabalık, en eski caddesine doğru yürüyordum. Cadde tek yönlüydü. Bir tarafında insanların midesi, bir tarafta kıyafetleri için para harcayacakları yerler vardı. Caddeye girmeden önce bankamatiğe uğrayıp özel derslerden yatmış paranın tamamını çektim. İki gün sonra tekrar maaş alacaktım ve bu parayı harcamak için oldukça fazla mekan gezmem gerekiyordu. Caddenin kalabalıklığı korkutmuştu. Şehrin en eski mahallesine daldım. Burada barlar oldukça kalabalıktı. Kalabalığı oluşturan orta sınıftı genelde. Yaş ortalaması hiç bir zaman kırkı geçmezdi. Daha önce hiç uğramadığım bir mekana girdim ve bara oturdum. Saat henüz akşam yemeğini gösterdiğinden kalabalık değildi. Yiyeceğim akşam yemeğine, midemde eşlik edecek soda-viskiyi söylemek için barmene bakmaya başladım. Umurunda değildim. Bunu hemen hissederdim. Görmeme, konuşmama bile gerek yoktu. Barın diğer ucundaki garson kızlarla gülüşüyordu. Önümdeki kül tablasını kaldırdım ve kafamın hizasından bara bıraktım. Gülüşmeler durdu, ne olduğunu bile anlamadan yanıma geldi barmen. Konuşmasına izin vermedim. Soda-viski dedim. Cebimden bir yirmilik çıkarıp koydum masaya. Neredeyse on saniye sonra geldi içkim. Dipledim ve tabureden kalktım.
Umursanmadığımı hissettiğim anda usul usul unuttururdum kendimi genelde. Bu sefer biraz gürültü çıkarmıştım.
İnsanların ilgileri genelde kolay ulaşabileceklerine yönelir. Basit olana. Uğraşılması en  kolay olanla ilgilenirler. Kavrayamadıkları şey, bu tarz ilgilerin çok kolay eridiği. Elde ettikten, ilgilendikleri şeyin ilgisini kazandıktan hemen sonra bu ilgilerini kaybederlerdi. Sahip olma hissi, ilgiyi ve isteği yok ediyordu. İnsanlar bunu aşmak için birbirlerine küçük oyunlar oynuyordu genelde. Nefret ederdim bunlardan, Ne hissediyorsa söylemeliydi insanlar. Kaybetme korkusu olmadan.
Yemek yemek için bir yer aradım kendime. Sokakların daraldığı, sıklaştığı sıralarda kalabalığa ulaştım. Taştan evler, insanların eğlence yerlerine dönüşmüştü. Bir balıkçıya girdim ve beynimin kıvrımlarını arttırmak için iki porsiyon söyledim. Canlı müzik hazırlıkları vardı ve erken saatte buna maruz kalmak istemiyordum. Kulağımdaki müzik yeterince iyiydi. Balığımı yedim ve kalktım hemen oradan. Paltomun cebinde tek bir sigara vardı. Tam çıkarıp yakmak üzereyken telefonum çaldı. Sadece birinin aramadığından emindim fakat bu sefer hiç beklemediğim bir telefondu bu. Beni görmüş olabileceği hissi korkuttu birden. Telefonu açtım,
- Seni buralarda görürmüydük Anıl bey, dedi
Kadınların erkekleri çiğneyip, tükürmek gibi kendilerine özgü bir tarzı vardı. Etrafıma baktım, Beynimi çıkarıp bir tarafa koyduğum zaman, karşımdaki kesinlikle bugüne kadar gördüğüm en güzel kadındı. Biçimli bir vücudu, uzun kıvırcık saçları, estetik uzmanlarının örnek aldığı bir yüzü, alımlı tavırları ve olanca seksiliğiyle bana doğru yürüyordu. Hemen beynimi yerine koydum ve beni öpmesine izin verdim.
-nereye böyle yalnız, dedi
-biraz takılıcam dedim.
-arkadaşlarımlayım ama onları satabilirim, dedi
-gerek yok, dedim
-o zaman sen bize katıl, dedi.
- yalnız kalsam daha iyi olur, dedim
Bundan yaklaşık dört-beş ay önce uzun bir gecenin sonunda tanışmıştık. Bi kaç şiir okumuştum sahnede ve bana sıcak şarap göndermişti. Bir erkeği penisinden tavana bağlayıp, sallandırabilirdi. İlk gördüğümde böyle düşünmüştüm. Bana acımıştı o gece. Sohbet ve sıcak şarap bastırmıştı güdülerini.
-sohbet etmeyeli çok uzun zaman oldu görüşelim en kısa zamanda, dedi.
-olur, dedim.
Yeterince güzel kadınla birlikte olmuştum. İyi bir şeyler katmıyorlardı bana. Aksine benden bir şeyler götürüyorlardı sürekli. Güzel ve ilgi odağı olduğunu fark eden kadınlar genelde beyinlerini bir kenara bırakıyorlardı. İstisnalar çıkıyordu arada tabi ki..

İş arkadaşımın çaldığı mekana yürümeye başladım. Bahçede kurulu bir odun sobası, üzerinde çizilmiş kestaneler, sıcak şarap kokusu, sahnede tek gitar. Yağmur bulutları çekilmişti şehrin üzerinden, en azından yer yer gökyüzü görülebiliyordu. Şehrin ışıkları aydınlatıyordu gökyüzünü. Yıldızları görmek olanaksızdı bu yüzden. Oturdum sıcak şarap ve kestane aldım kendime. Şarap bardağımı sahneye selamlattım. şarkı bitiminde ikinci sefer aynı soruyu duyuyordum.
-Seni buralarda görürmüydük Anıl Hocam?
Bardağımı tekrar selamlattım sahneye. Çarşamba akşamlarına bayılırdım. Sessiz ve kimsesiz ilerlerdi zaman. Bütün gece tek başıma oturdum sahne araları haricinde. Benim dışımda 5 masa vardı. Çok fazla düşünme fırsatım olmuştu;
Sevgi bu kadar kolaymıydı? Hiç bir beklentim olmadan nasıl sevebiliyordum bir kadını ? Sonsuza kadar hiç göremeyeceğimi düşündüğümde neden canım acımıyordu hiç ? Her gün görüşeceğimizi düşündüğümde neden fazla gelmiyordu bana ? Bir kadına, nasıl oluyordu da bensiz de mutlu olduğu için yaklaşmıyordum? Daha mutlu olabileceğini gördüğüm halde. Bazı soruların cevaplarını bulmak zamanla ilgilidir.
Mavi Kuş ile Küçük Kız çaldı, en yakınımdaki masada yalnız olduğuna emin olduğum bir kadını dansa kaldırdım. Müdavimlerden biriydi, Beni tanıdı. Şarkı bittiğinde teşekkür ettim ve masama geçtim. Oturur oturmaz elinde şarabıyla masama doğru geldiğini gördüm. İçinde edebiyat, sinema ve insanların geçtiği soluksuz uzun bir sohbete koyulduk. Sanırım yelkovan masaya oturduğumuz anki yerine tekrar gelmişti ki, sahneden bir ses kulağımda patladı.
-Anıl hocam acil tuvalete gitmem gerek yerime bakar mısın ?
-Memnuniyetle dedim.
Tek gitarla çalınabilecek en güzel şarkıydı belkide...


Gitar sıcak, sesim berbattı. Kaç bardak içtiğimi hatırlayacak kadar iyi durumdaydım ama sahneden inerken tökezledim. Ön masadaki çift yakaladı beni. Masama oturdum. Kalan kestaneleri nazikçe soydum. Bir şarap daha aldım kendime. Gece yaklaşıyordu. Soluksuz sohbete devam ettik. Bu sefer siyasetten, ve toplumun geç kalan tepkilerinden konuştuk. Isınmak için sobaya doğru birer sandalye çektik. Kestanelerle ilgilenmek bize kalmıştı mekan yavaş yavaş boşalırken. Sahnede boştu artık. Çıkıp bir şiir okudum.


hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.

mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.

ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.

Hiç yorum yok: