15 Aralık 2014 Pazartesi

-24-

neredeyse iki gecedir hiç uyumuyordum. uykuya değer bir şeyler bulmuştum kendime. keyfim yerindeydi. uykuda daha az keyifli olacağıma emindim. karşımdakiyle kadın-erkek ayrımı yapmadan sadece insan olduğu için konuşmayı seviyordum. bir kadınla konuşurken ses tonum sözcüklerim fikirlerim değişmezdi, bir erkekle konuşurken de. ama karşımda ki insanda bunu sezdiğim anda yok olurdum ortadan.
sabahın ilk ışıklarına kadar yazışıyorduk. hayattan, çalışmaktan, insanlardan ama genelde birbirimizden konuşuyorduk. merak duygusunun insanlığı her alanda bu denli ileriye götürdüğüne inanırdım. İlerliyorduk..

6 yaşındaki öğrencimin bağcıkları çözülmüştü ve koşarak yanıma geldi.
- öğretmenim, bağcıklarımı bağlayabilir misin ? diye sordu gözlerimin içine bakarak.
biraz kafasını karıştırmak için soruyla karşılık verdim;
- bilmem, bağlayabilir miyim? dedim
zeki bir çocuktu çabuk düşünüp karar verebiliyordu. konuşmaktan çekinmezdi. hiç beklemediğim bir cevap verdi;
- kocaman öğretmen olmuşsun bağlarsın herhalde, dedi. sırıtarak.
- bir öpücük verirsen hemen bağlarım, dedim.
-tıraş ol öyle öperim, dedi.

altı yaşındaydı. mat etmişti beni. ben onu öptüm ve bağcıklarını bağladım. Ayağa kalkar kalkmaz yağmurluğumun cebindeki titreşimi hissettim. Beni arayabilecek herkes o an oradaydı. bir kişi dışında. Gülümsedim. su molası verdim ve aradım onu.

işten sonra yanına gittim.
benden önce oturmuş çayını yudumluyordu. uzaktan izledim uzun süre. kapıda müşterileri karşılayan kadına nasıl göründüğümü sordum. konuşan bir kurbağa görmüş gibi bana baktı.
- iyi görünüyorsunuz efendim buyurun, dedi.
ona yalan söylemediğin her gün kendini daha iyi hissedeceğini söyledim. gerçekten de öyleydi.
giydiğim şeylerin sadece temiz olmasına dikkat ederdim. ne modadan, ne tarzdan ne de iyi giyinmekten anlamazdım. eğer bir mağazaya girdiysem muhakkak oradan bir şey alarak çıkardım. Beğenip beğenmemem önemli değildi, oraya girmiştim ve bir şeyler almalıydım. kıyafetlerimin tümünü bu tip alışverişler oluşturuyordu.
masasına gittim. bir insanla ilk karşılaşmamda elini sıkıp sıkmamak konusunda bile tereddüt yaşarken saniyeler içerisinde ona sarılırken buldum kendimi. içimden geçeni, uygulamıştı.
biraz sohbet ettikten sonra gözlerine takıldım;
gözlerinden farklı bir dünyaya açılan bir kapı vardı sanki, yaşadığımız dünyaya benzemeyen. daha yeşil daha güneşli daha berrak. her konuşmaya başladığında o kapıdan içeri giriyor, o harikulade dünyada hayaller kurup kurduğum hayalleri yaşıyordum.
ilk başlarda o hayallerin içinde söylediklerini dinlemek zor gelse de bir kaç dakika sonra alıştım. bir şeyler anlatıyor, susuyor, gözlerinin içinden o dünyaya yolculuk ediyor ve tekrar bir şeyler anlatıyordum.
tek omuzu açık bir parça ve altına siyah bir pantolon ve topuklu ayakkabılar. kahve ve kaşarlı tost söyledim. çay içiyordu.
daha gençken, oradan oraya farklı işlerde koştururken, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma;
-hey, patron her an gelip hepimizi bir çırpıda kovabilir biliyorsunuz değil mi? diye sorardım. ve kocaman bir kahkaha atardım.
köle olduğumuzu, ve sadece yemek, faturalar ve kiramızı ödeyecek kadar para ödediklerini, hiç bir yere kaçamayacağımızı söylerdim. ve canım ne zaman isterse patrona çalışmayacağımı söyler giderdim. onunla otururken bu kadar rahattım. sadece tadını çıkarmak istiyordum zamanın. çok fazla vaktimiz yoktu ve masaya oturup kafamı kaldırdıktan hemen sonra tekrar buluşacağımız günü hesaplamıştım.
denize yakın bir yerde yürüdük. rüzgar ılıktı. çok az insanın sağlığını düşündüğümü fark ettim. eksiklikti bu. en az on defa üşüyüp üşümediğini sordum.
merak, ilerliyorduk..

arkadaşlarının yanına gitmesi gerektiği gerçeği bana gün doğumunu hatırlatıyordu. hiç bitmesini istemediğim bir gece gibiydi. güneşi yakasından tutup daha geç doğması için ikna edebilirdim. denemedim bile. otobüse bindik. şoföre hayatının ılımlılık dersini verdikten sonra arkaya doğru yürüdük. camdan dışarı bakıyordum, o ise yüzünü, dengede kalmak için demiri tuttuğu eline yaslamış bana bakıyordu. bir kaç saat içinde gözlerinden o harikulade dünyaya açılan kapıdan girip ortalama altmış sene süren dört-beş hayatın hayalini kurmuştum. her dakikasını onunla geçirdiğim.
otobüsten indik. biraz yürüdükten sonra ayrılacağımız yere vardık. ilk defa bu kadar uzun bakabildim gözlerine ve sarıldık tekrar.

kulaklığımı takıp yürümeye başladım. sokak ışıklarının az olduğu evlerin arasında kaybolmak istiyordum. başardım.





































Hiç yorum yok: