31 Ekim 2008 Cuma

gitmek

Bugunlerde herkez gitmek istiyor,
Küçük bir sahil kasabasına,

bir başka ülkeye,dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.

Bir kendisi.

Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim,
öteki de olmuyor,
hani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.

Böyle gidiyor iste.
Bir yanimiz ''kalk gidelim'',
öbür yanımız "otur'' diyor.
''Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
Is, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu.

En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...

Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

''Sırtında yumurta küfesi olmak'' diye bir deyim vardir;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım. İnadina kök salmak lazım.
Bariufak kaçışlar yapabilsek.

Var tabii yapanlar. Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif...
Denk olsa. Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, aksam 18.00.
Sonra baska mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.

Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar áşık olmam ama her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadi hiç.

Ama olsun... İstemek de güzel.

Hiç yorum yok: